İhanet adasında neler oluyor? (24 Ocak 2013)
Federasyondan bölünmeye: İmralı-AKP görüşmeleri
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, -ikinci açılım projesinde- Öcalan özelinde dağdaki PKK’lı teröristlerin olumsuz imajını düzeltme görevini üstlendiği açıktır. Bu amaçla Bülent Arınç, Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün “Dağdaki PKK’lılara ağlamayan insan değildir” sözlerine katıldığını söylemiştir. Ardından da İmralı görüşmelerinin ip uçlarını vererek “Belki de görüşülüyordur, görüşülüyor...” anlamına gelen sözler etmiştir.
Bülent Arınç, empatileriyle (!) tartışmaları sürekli gündemde tutmuş ve “dağa çıkmanın” çok da yadırganacak bir durum olmadığını söylemiştir. Arınç, açıktan açığa PKK’lıları şartların dağlara çıkardığını, gördükleri kötü muamelenin onları yanlış yola ittiğini söylemiş ve kendisi de aynı muameleye tabi olsaydı “dağa çıkacağını” söylemiştir. Böylece yol kesen, karakol basan, mayın döşeyen teröristler, yandaş ve işbirlikçi medyanın da desteğiyle bir anda “kader kurbanı” masumlar olarak kamuoyuna sunulmuştur. Arınç’a göre; şartlar Öcalan’ı terörist yaparken, onunla birlikte olan bazı arkadaşlarını Türkiye’ye hizmet eden iyi insan yapmıştır. Suçlu Öcalan ya da örgütü değil şartlar, tesadüfler ve kaderdir.
Öcalan’a mutlak lider
ve barış adamı imajı
kazandırmak!
Başbakan Erdoğan, “dağdaki teröristlere biz ağlamayız”, “dağla da işimiz yok” anlamına gelen sözler etmiştir. Bir süre sonra da Türk kamuoyunda güven oluşturmak amacıyla AKP, “idam” tartışmalarını açmış, ardından teröristlerle buluşan BDP’lilere yönelik olarak fezlekeyi gündeme getirir gibi yapmıştır.
Öcalan’ın imajını değiştirmeye yönelik operasyon Bülent Arınç’la da sınırlı kalmamıştır. AKP iktidarı, ölüm oruçlarını, Öcalan’ı bir barış adamı, sorun çözücü ve örgüte hakim bir lider pozisyonunda ortaya çıkmasını medya kampanyasıyla birlikte sağlamıştır. Böylece iktidar “Kürt Sorunu”nun çözümünde muhatabını kendi yaratmış oldu!
Öcalan gibi terör örgütü elebaşısına hem “muhataplık” hem de “barış adamı” vasfını, iktidarın ölüm oruçları sırasında takındığı tutum sağlamıştır. AKP iktidarı hapishanede KCK ve diğer terör örgütü mensuplarının organize olmasına göz yummuş, terör örgütü mensuplarının ayrı ayrı hapishanelerde birbirleriyle iletişim kurmalarına imkân tanımış ve ortak hareket etmeleri sağlanmıştır.
Bu arada kamuoyu “ana dilde savunma hakkı” ve “İmralı’ya af için” ölüm orucuna yatan insanların travmalarıyla sürekli olarak meşgul edilmiştir. Medya konuyu sürekli işlemiş ve yönlendirmiştir.
Son derece profesyonel bir biçimde altmış günü aşan bir süre kamuoyu, ölüm oruçları ve hapishanelerden gelmesi muhtemel ölüm haberi beklentisi içine sokulmuştur. Bu arada Bülent Arınç, ölüm orucu tutanlara taleplerinden “ana dilde savunma hakkı”nın TBMM’ye sevk edildiği söylemiş, diğer taleplerinin de yerine getirileceği mesajını vermiştir.
Ardından da hükümet İmralı’yla doğrudan temas sağlamış ve Öcalan’dan gelen “ölüm oruçlarını bitirin” talimatıyla bir anda ölüm oruçları sona ermiştir. Bu durum Öcalan’ın liderliğini güçlendirirken, barış sağlamada AKP tarafından muhatap alınması için kamuoyu oluşturulmasında da gerekçe yaratmıştır.
Kısacası şartlar olgunlaştırıldı, kamuoyu hazırlandı ve medya desteği sağlandı Başbakan Erdoğan’a da İmralı’da “Öcalan ile görüşüldüğünü” açıklamak kaldı. O da açıkladı!
Devleti Öcalan ile
muhatap etmek yanlışı
Başbakan Erdoğan, bu görüşmelerin amacının “silah bıraktırma” olduğunu ve Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması ya da serbest bırakılmasının söz konusu olmayacağına dair de sözler etmiştir.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştüğü açıklandı. Hakan Fidan, “Yapılması gerekenler yapılıyor. İmralı da bu süreçteki aktörlerden birisidir. Keşke benim bildiklerimi siz de bilseniz” dedi. Öcalan aktörlerden birisi ise ortada başka aktörler de var demektir.
Bu durumda, AKP’nin İmralı görüşmelerine bağladığı umut gerçekçi değildir!
Hakan Fidan, Oslo’da da terör örgütü mensuplarıyla görüşmüştü. Oslo’da Hakan Fidan, terör örgütü mensuplarına şunu söylemişti: “Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolere edebiliyorsunuz çünkü dediğim gibi alandaki valiler emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum, spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir diyebilir misiniz” diye sormuştu.
Gelişmeler gösterdi ki, gerçekten terör örgütüne alan açan, onlara dost olan hatta onlar için ağlayan bürokratlar Güneydoğu’da görevlendirilmiş. “Dağdaki PKK’lılara ağlamayan insan değildir” diyen bir kişinin Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne atanması, esasen her şeyi açıklıyor. Bu görüşmelerden Türk milletinin kaygı duyması için her türlü sebep vardır.
İktidar yetkilileri analar ağlamasın, daha fazla kan dökülmesin, daha fazla şehit gelmesin, daha fazla ekonomik kaynağı terör yok etmesin diye terör örgütüyle görüşüldüğü söylüyor!
İktidarın terör örgütü lideriyle yaptığı bu görüşmeler, AKP’nin beklentisinin tam tersi sonuçlar çıkarırsa bu sözleri söyleyenler hangi ülkeye kaçacaklardır? Bu görüşmeler daha çok ana ağlatacak, daha fazla kan döktürecek, daha fazla şehit getirecek, daha fazla ekonomik kaynak yok edecektir. Zira önümüzde Oslo sürecinde ve sonrasında yaşananlar ile verilen kayıplar orta yerdedir.
AKP’nin terör yangınını söndürmekte kullandığı su değil, gerçekte benzindir. Tedavi için verdiği panzehir değil, gerçekte zehrin kendisidir!
AKP’nin başlattığı görüşmeler, 2012 yılında terör örgütünün 1500’e yakın ölü verdiği ve çökmek üzere olduğu, örgütün büyük bozgun ve hezimet yaşadığı bir dönemde örgüte adeta can simidi olmuştur. Devletin İmralı’daki örgüt liderini muhatap alması PKK’yı büyük bir direnç ve moral şahlanışı içine sokmuştur ve sokacaktır. Yanlış zamanda yanlış insanlarla yapılan müzakere, zaman ve prestij kaybettirmekten başka bir işe yaramaz. Olan biten örgütün hanesine zafer olarak yazılacaktır. Devletin güvenlik güçlerine moral ve hayatlarını kaybetmelerine neden olacaktır. Bu moral şahlanışı içinde PKK daha büyük eylemler için kendinde güç bulacaktır.
İşin bir tuhaf yanı da Başbakan Erdoğan’ın daha önce “ben olsaydım asardım” dediği bir hükümlüyle görüşme yaptırıyor, olmasıdır!
Örgüt mensuplarıyla
buluşmak suçsa lideriyle
buluşmak da suçtur!
Bu gelişmelerin akabinde BDP’li iki milletvekili İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştü. Görüşme sonrası görüşme heyeti Öcalan’ın “Barış için kaybedecek bir dakika zamanımız bile yok” dediğini açıkladı. Medya kampanyasıyla büyük bir iyimserlik içinde kamuoyuna konu intikal ettirilmiş oldu.
AKP iktidarı bir defa devleti terör örgütü ve diğer yasa dışı unsurlarla muhatap kıldığı için özünde anayasal suç işlemiştir. Bu tavır teröre meşruiyet kazandırıcı bir yaklaşımdır.
PKK’lılarla yolda buluşup, kucaklaşan BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili olarak Başbakan Erdoğan şunları söylemişti: “Biz bunlara haddini bildirmezsek Allah da halk da bizi affetmez. Teröristle sarmaş dolaş olacaksın sonra demokrasi mücadelesi veriyorum diyeceksin... Aman bunlar dışlanmasın derken, BDP’nin insani değerleri çiğneyen eylemlerine biz daha fazla seyirci kalamayız”.
Yoldaki terör örgütü mensuplarıyla sarmaş dolaş olan BDP milletvekillerine haddini bildirmek Allah’ın emri ve halkın beklentisidir, bu doğrudur. O zaman bu adamların bağlı olduğu terör örgütünün lideriyle görüşenlere haddini bildirmek Allah’ın emri ve halkın beklentisi olmaz mı?
Bu ne yaman bir çelişkidir? Yoldaki teröristlerle sarmaş dolaş olanlara haddi bildirilmezse, Allah da halk da sizi affetmiyor da İmralı’da eli kanlı elebaşıyla AKP görüştüğünde Allah’ın ve halkın affına mazhar mı olunuyor? Terör örgütü mensubuyla da lideriyle de görüşme aynı derecede suçtur ve BDP için uygulanacak muamele, AKP’nin memurları için de aynen uygulanmalıdır ve uygulanacaktır.
Örgüt mensuplarıyla buluşmak suçsa, örgüt lideriyle buluşmak daha büyük suçtur! Olgunun bir başka yönü daha vardır. Başbakan bundan bir ay önce idamı geri getirme tartışması açmıştı. Bundan 15 gün önce de BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırılması tartışılıyordu. Önce idam gibi bir tartışmayla toplumun en ‘yaralı’ ve ‘hassas kesimi’nin duygularını kabartıp oradan da işi en uç noktaya: PKK ile müzakereye taşımak izaha muhtaç değil midir?
Eğer Abdullah Öcalan ile bir müzakere başlatılması düşünülüyorduysa, idam kararını tartışma konusu edip çocuğunu bu savaşa kurban vermiş on binlerce ailenin duygularını siyaset malzemesi yapmak, ne anlama gelmektedir?
Daha 15 gün önce ’PKK’lılarla görüştüler’ diye, AKP’nin dokunulmazlığını kaldırmaya niyetlendiği BDP’li vekilleri, yine AKP, kendi eliyle Abdullah Öcalan’a götürüp görüştürmüştür.
Anayasanın altıncı maddesinin son bendi, “Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyor. Anayasa’da Başbakan ya da onun görevlendireceği kişiler anayasaya rağmen terörist unsurlarla Anayasayı tartışır, devleti yargılar diye yazmıyor.
Bu olur ve anlaşılır bir şey değildir!
AKP’li yetkililer ısrarla, İmralı ile “Kürt sorunu” nun değil “terör sorunu” nun görüşüldüğünü, “silahların susması değil, bırakılmasının” tartışıldığını ve Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesiyle de ilgili herhangi bir hususun da görüşülmediğini söylüyorlar.
Başbakan Erdoğan, “Öcalan’la yaptırdığı görüşmelerde Öcalan’ın serbest bırakılması ya da durumunun iyileştirilmesiyle ilgili bir konunun olmadığı”nı söylüyor.
Başbakan resmen, Türk kamuoyunu yanıltıyor. Öcalan ile görüşmeler terörün bitmesi, silah bırakılması için değil “Kürt Sorunu”nun çözümü için yapılıyor.
Bu açıklamaların doğru olma ihtimali hiç yoktur. Bir defa içerideki Öcalan’ın dağlarda eylem yapan PKK’ya herhangi bir vaat ya da taviz almadan ‘silahı bırakınız’ demesi düşünülemez. Öcalan karşılıksız “silahı bırakınız” demiş olsa bile onun bu sözlerini dinleyen olur mu?
Öcalan ne karşılığında
PKK’ya silahlarınızı
bırakın diyecektir
Sorulması gereken soru şudur: Öcalan terör örgütüne ne karşılığında silahlarınızı bırakınız diyecektir? Öcalan böyle bir istekte bulunmuş olsa bile, hapishanedeki birinin bu tür bir söylemini kim, ne kadar, niye dinleyecektir?
Diğer yandan Öcalan’ın uzun zamandan bu yana, “Eğer muhatap ben olacaksam şartlarımın iyileştirilmesi şarttır” diye dayattığını biliyoruz. Çok açıktır ki, eğer siz hapisteki birini birinci muhatap olarak alırsanız, onun kişisel taleplerini de ciddiye almak ve yerine getirmek zorunda kalırsınız. Bu konuda da iktidar kamuoyunu
yanıltıyor!
Görüşmelerde Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesi söz konusu değilse, Öcalan PKK terör örgütüne artık eylem yapmayınız demesi için hangi sebep bulunmaktadır?
Bütün bunlara iktidar yetkililerinin akla uygun cevaplar vermesi gerekmektedir.
İktidar yetkilileri bu cevabı verecek durumda değiller!
Başbakan, milletin gözünün içine baka baka Öcalan ile “PKK’ya silah bıraktırma görüşülüyor” diyor.
Halbuki, İmralı’da geçen hafta Öcalan’la görüşen Ahmet Türk, Öcalan’ın taleplerinden bahsetmiş ve bu taleplerin devleti zorlamayacak türden olduğunu söylemiştir.
Ahmet Türk’e göre görüşmelerde Öcalan’ın belirttiği talepleri dört başlık altında ortaya koymuştur:
* Anayasa’da eşit vatandaşlık,
* Ana dilde savunma hakkı,
* KCK tutuklularının tahliyesi,
* Seçim yasasında değişiklik,
BDP eş başkanı Demirtaş da Öcalan için İmralı sistemi kalkmalı yani Öcalan ev hapsine çıkmalı ve böylece Öcalan müzakereleri yürütecek şartlara kavuşmalı, Öcalan’ın hakla ve KCK ile teması sağlanmalıdır.
Demek ki, İmralı’da görüşülen silah bıraktırma görüşmeleri değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeniden dizayn etme görüşmeleridir.
Terör örgütü elebaşısından
barış adamı yarattılar!
AKP iktidarı, ölüm oruçlarını, Öcalan’ı bir barış adamı, sorun çözücü ve örgüte hakim bir lider pozisyonunda ortaya çıkmasını medya kampanyasıyla birlikte sağlamıştır. Böylece iktidar “Kürt Sorunu” nun çözümünde muhatabını kendi yaratmış oldu!