İdeallerini yiyerek tatmin olanlar
İnsanların davranışlarında uyulacak ölçü ve kuralların kaybolması, onları, yönlendirilmeye uygun hale sokar. Davranış ve ilişkilerdeki ölçü ve kural kaybı bireylerin ufkunun hem aşırı bir biçimde genişletilmesine hem de aşırı bir daralmaya neden olur. Her iki durum da sorun yaratır. Kırmız çizgileri olmayan, inancı sarsılmış bireyler çok daha kolay yönetilir. Seçeceği ya da yöneleceği değerler konusunda ölçü ve ilkeyi kaybedenler her anlamda tereddüt illetinin girdabına düşerler.
Millî filtre sorunu
Tereddüt içinde olanlar kullanılmaya da uygun olurlar. Bu tür insanların millî filtreleri ya yoktur ya da yeterince etkili değildir. Bu insanların tercihlerini kimliklerinden ya da değerlerinden kaynaklanan özellikleri yönetmez. Kesin kanaatleri olmayan bu tür insanlar her türden etkiye açıktırlar.
Bu durum, gayri millî yönlendiriciler için bulunmaz bir fırsattır. Onlar da derhal geleneksel ve süreklilik arz eden sosyokültürel millî/yerel kıvamındaki değerleri devre dışı bırakarak bu değerlerin yerine geçici değerler ikame ederler. Küresel bağlamda millî kültürlerin popüler kültür karşısında her geçen gün mevzi kaybetmesi, bu devasa gayretlerin sonucudur. Yine klasik ve sürekli millî heyecan yaratan değerlerin yerine geçici ve uçucu heyecan üreten süreçler de bu bağlamda devreye konulur. Genellikle sözü edilen popüler değerler ya da geçici heyecanlar popüler sanatçılar vasıtasıyla küresel kitlelere sunulur.
Sınırları yıkmak!
Pepsi'nin sözcüsü Ken Ross, "Alkolsüz içki satışında heyecana ihtiyaç vardır" diyerek hiç kimsenin Michael Jackson kadar heyecan yaratamayacağını iddia etmişti. Los Angelesli TV yapımcısı ve yazar Bridget Byrne de asıl sırrın sanatçının özenle hazırlanmış görünüşünde olduğunu söylemektedir: "Ne genç ne yaşlı, ne siyah ne beyaz, ne erkek, ne kadın... Pazarlama için kusursuz logo."
Bu durum pazarlama açısından kusursuzluk yaratırken millî ve yerel algılardaki erkeklik/kadınlık, siyahlık/beyazlık, gençlik/yaşlılık arasındaki sınırı da yıkmaktadır.
Burada tüketicilere pazarlanan mal ve hizmet değil sinirsizlik, sınırsızlık ve sorumsuzluktur. Medya ya da zihin yöneticileri her şeyin mümkün olduğu ve her şeyi kabul etmeye hazır insan tipi kutsar.
Böylece bir anlamda eylem ile söylem, karşıtlık ile yandaşlık, ihanet ve vatanseverlik arasındaki duvarlar da yıkılmış olur. Bu durumun kalıplaşması kesinlik, açıklık ve direkt ilişkilerde sorunlar yaratır. Bireyler böylece karşı olduklarını sandıkları bir çok değeri kendi bünyelerinde ya da midelerinde konuk etmekte sakınca görmezler.
İdeallerini yiyerek tatmin olanlar!
Yerel ve millî kimlikten kaynaklanan direncin kırılmasında tüketim odaklı yönlendirmeler büyük katkı sağlar. Kafanın boşaltılması buna karşın midenin doldurulması ciddi bir strateji olarak devreye sokulur. Sonuçta değerler değil gıdalar insanı doyurur! İnsana doğrudan 'ne yiyorsan o kadar insansın' duygusu verilir.
Bu durumda insan bir yandan midesel faaliyetler için zihinsel faaliyetlerini durdurur diğer yandan iyi yaşamanın baş düşmanı olarak sınırlayıcı ve ahlaki değerler suçlanır. Baskıcı yönetimler insanları "ağızlarına çaldıkları bir parmak bal ile" cezbederler. Böylece kitleler, içine itildiği kulluğa gönülden bağlanıp, onu kendi arzularıyla sürdürürler. Kitlelere, kendi ideallerini yiyerek ancak tatmin olabilecekleri duygusu verilir.
Bu durumda tüketici odaklılık popüler kültürün ideolojik arka planına yerleşir, popüler kültür de kitle tüketimini özendirir. İnsanlar tam anlamıyla ideallerini yiyerek tatmin olan Frankenştaynlara döner.
Sosyal mimari profesörü Perlmutter'in "aşırı ulusal ve hatta milliyetçi" kültürün ilacı olarak uluslar üstü rock festivalleri gibi yollarla "kültürel olayların evrenselleştirilmesi"ni önermesi bu bağlamda anlamsız değildir. Bu süreç Türkiye'de millî reflekslerin nasıl yumuşatıldığını da izah eder niteliktedir.