Victor Hugo’nun bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eseri yazarın gerçek yaşamda karşılaştığı bir idam sahnesini anlatır. Yazar, Fransa’da Greve Meydanı denilen bir yerden geçerken bir mahkûmun idam edildiğini ve halkın da bu idamı büyük bir heyecanla izleyip coşkuyla alkışladığını görür. Yazar bu olaydan çok etkilenir ve mahkûmun son gününü anlatan romanı yazar. Hugo’ya göre bir insanın suçu ne olursa olsun idam cezasının uygulanması yanlıştır.
Romandaki mahkûm önce annesini ve eşini düşünür. Annesi yaşlı ve eşi de hastadır ve kısa bir süre sonra ölmesi beklenmektedir. Ama küçük bebeği aklından çıkmaz. “Benim zavallı yavrucağım! Onun ne suçu var ki” derken idamın aile ile ilişkisini ve bireysel olmadığını vurgular.
İdam öncesi son kez kızını görmek ister. Getirirler. Küçük kız zaten babasını tanıyamaz ve babasına:” Bilmiyor musunuz bayım? Babam öldü” der.
Melih Cevdet Anday Rosenbergler için “ANI” adlı şiirinde; “Neredeyse gün doğacaktı/ Herkes gibi kalkacaktınız/ Belki biraz uykunuz da vardı/ Geceniz geliyor aklıma’ derken idamların gün doğmadan uygulandığını anımsatıyor.
İdama adım adım giden insanların son anlarında yaşadıkları o yaşamla ölüm arasındaki dakikalara kimleri, hangi anıları sığdırırlar, ölümün soğuk eli canlarına dokunduğunda en son kimi görür, kimi düşünürler kim bilir! mağdur ettikleri insanları mı, yoksa kendi yakınlarını mı? Aslında kendi yakınlarını da mağdur etmişlerdir.
Ben de henüz bir ortaokul öğrencisi iken Urfa’da belediye bahçesi denen yerde çok uzaktan ağaçta sallanan bir insan görmüştüm. Sanırım “Adana Canavarı” denen birini idam etmişlerdi. Yoldan geçen insanlar “korkusundan altını ıslatmış” diye konuşuyorlardı.
Özellikle soluk almadan izlediğimiz; Yaşamak İstiyorum, Karamozof Kardeşler, Yeşil Yol gibi filmlerle Aspen, Rosenbergler Ölmemeli, İki Şahit gibi dizilerde orta kültür düzeyindeki seyircilerin bile anlayacağı bir dille, ölüm cezasının masum, suçsuz insanlar hakkında da verildiği ve hatta uygulandığı görüldü işlendi.
Büyük Kaçış adlı dizide de idama hükümlü Lincoln elektrikli sandalye de idam edilir. Lincoln, başkan yardımcısının kardeşinin öldürmekle suçlanmıştır ama suçsuzdur. Dizi idamın ne kadar haksız ve riskli bir ceza olduğunu anlatır. Yeşil Yol filminde de naif ve yufka yürekli John Coffey iki küçük kızı öldürmekle suçlanıp masum olduğu halde elektrikli sandalyede infaz edilir.Gerek bu filmler ve diziler gerekse yaşanan olaylar yanlış bir kararla idam edileni geri getirmenin olanaksız olduğunu kanıtlamaktadır.
Türkiye’de 34 yıldır fiilen uygulanmayan ve 18 yıldır da yasalarda yer almayan idam konusunun zaman zaman temcit pilavı gibi gündeme getirilmesi artık kabak tadı vermeye başladı.
Bu yazıda idamın hukuki boyutunu ve sakıncalarını uzun uzun yazmaya gerek görmüyorum. Ancak yakın tarihimizde idam edilen ülkemizin başbakanı Adnan Menderes ile iki eski bakan Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan için anıt mezar yapıldığını unutmamak gerekir. Daha dün Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarında yargılanan vatansever subayların idam cezası olsaydı devlet eliyle nasıl bir haksızlık uygulanacak ve hem kamuoyu vicdanı hem bizler yıllarca nasıl bir acı çekecektik.
Yönetimler başarılı oldukları konularda yeni çözüm yolları aramazlar. İdam cezası hangi suçlar için öngörülüyorsa o suçların önlenmesi konusunda bir başarısızlık var demektir. İdam cezasına yeniden yer verildiğinde ise bu suçların işlenmesine engel olma ihtimali söz konusu değildir. Çünkü cezanın caydırıcı olmadığı bilimsel olarak kabul edilmiştir. ABD de yapılan araştırmalara göre: İdam cezası olmayan eyaletlerdeki cinayet suç oranları, idam cezası olan eyaletlere göre daha düşüktür.
İdam cezasının gerekçesi olarak kadınlar ve çocukların cinsel tecavüz ve tacize uğrayıp öldürülmeleri gösteriliyor. Bu konularda yönetim başarısız olduğunu açıkça kamuoyuna duyurmuş olmaktadır. Ancak ne gariptir ki kadın ve çocuk cinayetlerini önleme adına yapılan bu girişime öncelikle bu cinayet, tecavüz ve tacizlerin önlenmesini isteyen kadınlar ve kamuoyu karşıdır!
Bilindiği gibi idam cezasının geri gelmesi halinde Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliği de sona erecektir. Bu durumda da demokrasi ve insan haklarından biraz daha uzaklaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Çünkü 47 Avrupa Birliği üyelerinden hiçbirinde idam cezası yoktur.
Avrupa Konseyi Sözcüsü Daniel Holtgen, 2018 yılında idam cezasının Avrupa Konseyi’nin ilke ve kurallarına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı olduğunu belirtti ve idam cezasının geri gelmesi halinde Türkiye’nin üyeliğinin sona ereceğini söylemişti.
Ayrıca idam cezalarının bırakın yasayla geri gelmesini tartışılmaya açılması bile suçluların yurt dışından iade edilmeleri taleplerinin reddine neden olmaktadır. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kocyas, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından helikopterle ülkelerine sığınan 8 firari askerle ilgili olarak “idam cezasının geri getirileceği" gibi söylemlerin batı dünyasında rahatsızlık yarattığını anımsatmıştı.
İdam cezasının kaldırılması ayrıca Avrupa Birliğine tam üyelik öncesi aranan koşulların başında gelmektedir. Bu konudaki başarısızlıkta idam cezasının geri gelmesini istemenin ve çağdaş değerlere yüz çevirmenin, uluslararası ilişkilerde daha da yalnızlığa itilmenin gerekçesini oluşturmaktadır.
Diktatörlük dönemlerinde Gambia, Brezilya ve Arjantin idam cezasını geri getirmiştir.
Sivil yönetimde ise yalnızca Papua Yeni Gine, Nepal ve Filipinler idam cezasını geri getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyadaki tüm ülkeler içeresinde idam cezasını geri getiren 7. ülke olmasını içimize sindirmek mümkün değildir.
Son söz; Ülkemizde adalete güvenin dibe vurduğu bir dönemde insan yaşamını adalete nasıl teslim edebilir siniz?