İçimizdeki "misyoneler"diler…

Yüksek Din Şurası'nın sonuç bildirgesini dinlerken geçti gözümün önünden;

Dün o şuraya katılan "bir kısım alimler", şimdi bir terör örgütü olduğu iddiasıyla sanık sandalyesine oturtulan Gülen Cemaati'yle birlikte Dinlerarası Diyalog oluşturmaya çalışırken biz bu gazetede "Kur'an İncilleştirilecek, camiler kiliseleştirilecek, Başörtüsü rahibe örtüsüne dönüştürülecek" yazıyorduk.

İçine düşülen bataklığın, dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın vurgu yaptığı gibi "şirk" olduğunu adlı adınca kaç yazarımız, kaç kere yazdı/yazdık sayısını unuttum. Merhum Yaşar Nuri Öztürk'ün bu istikametteki çığlıklarını duyurmak için kaç röportaj yaptık onu da öyle…

Keza Yûmni Sezen hocanın uyarılarını kaç kere paylaştık…

***

Hindistan'da Müslümanlar arasında faaliyet gösteren Protestan papaz, ABD'ye dönüşünde, kendisine ne ölçüde başarılı olduğunu soranlara dermiş ki;

- Çalıştığımız bölgede belki çok az kimseyi Hristiyan yaptık, belki hiç kimseyi yapamadık ama üzerinde çalıştığımız bu bölgedeki insanların hiçbiri artık Müslüman da değiller…

Freni boşalmış kamyon gibi gidilen yer tam da burasıydı; İslam'ı İslam'la yıkacaklardı!

***

O gece, 15 Temmuz katliamlarının nasıl bir haleti ruhiyeyle gerçekleştirilebildiği anlaşılamadı ya ilk önce, "ne içmiş bunlar" filan diye sordu insanlar birbirlerine. Louis Massignon'un, Misyonerler Zirvesi'nde şu tasvirindedir belki şifre:

"Onların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hale geldiler…"

Bu köy görünüyordu!

Çünkü…

Dün "Vatikan kendi eserini itibarsızlaştırır mı" demiştim ya, tam yeri geldi, açayım:

Ta 1300'lü yıllarda Papa boşuna mı "Şark Dilleri Kürsüsü" kurdurdu?

Viyana Konsili boşuna mı Oxford, Paris, Roma Üniversitelerine Arapça eğitim talimatı verdi?

"Kur'an'ı bertaraf için onu öğrenmek gerektiğine" karar vermişlerdi.

Uyanabilirdik aslında. Almak isteye ibret membaydı coğrafyamız. Yaşanmışı vardı;

Osmanlı Ermenilerini millet-i sadıkadan, "hain"e, "cani"ye tam da bu yolla dönüştürülmemiş miydi?

Tam da böyle saplanmamış mıydı o hançer ciğerimize?

"Milli Kilise"leriyle birlikte milli ve dini aidiyetleri de bölünüp parçalanınca bulmamışlar mıydı kendilerini emperyalizmin kucağında?

Hıh işte tam da bunu yapacaklardı bize de içimizden devşirdikleriyle…

***

15 Temmuz'dan sonra baskın yapılan okullardan çıkan kamuflajları, askeri teçhizatı filan gördüğünüzde de uyanmadınız mı "yöntem birliği"ne misyoner okullarıyla?

Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü "kayıp nesli" gibi Amerikan misyonerleri de hepsi küçük kasaba ve çiftliklerden seçilmiş "fakir aile çocukları"ydı.

Hepsi oldukça "çalışkan"dı.

Hepsinin ülkenin prestijli üniversitelerinde eğitim almaları sağlanmıştı.

Kolej eğitimlerinin yanına mutlaka bir "din eğitimi" de ekleniyordu her birinin.

Misyonerliğe seçildikleri an itibarıyla "yılan gibi akıllı olmaya" odaklanan bu insanlar sadece akademik bilgi ile değil ilk yardım, basit tıbbi müdahaleler, hatta pratik diş hekimliği gibi hedef toplumun "yardım yoluyla gönlüne girmeye yarayacak" becerilerle de donatılıyorlardı…

Sanırım en hazin yanı;

Günlerdir akıl ve vicdanlarını nasıl ipoteklediklerini okuduğumuz/dinlediğimiz kimseler sadece "Amerikan misyoneri gibi" değil aynı zamanda "Amerikan misyoneri olarak" yetiştirildiler…

***

Başta dediğim gibi, Din İşleri Yüksek Kurulu gibi otorite değiliz ama mevzu bahis "FETÖ'nün Günah Galerisi"yse epey faydalı olabilir Yeniçağ arşivi de!

+++++

Mezunların zihni de kapanıyor mu okulla birlikte!

-----

1950'li yıllar…

Kapitülasyonların kaldırılmasıyla Osmanlı topraklarındaki okul sayılarının azalmasından yakınan İngiliz Büyükelçi'nin "okullarımızın sayısını eski günlerdeki gibi çoğaltalım mı" teklifine Fransız Büyükelçi şu karşılığı verir:

- Hayır, ne gerek var! Önceden misyoner okullarımızın yaptığı görevi o zamanlar okullarımızda okuyup mezun olmuş Müslüman Türk kökenliler yapıyor zaten. Okulları açmamıza, çoğaltmamıza ne gerek var?

***

"Okul/bina kapatmalar"ın neden "doğru bir mücadele yöntemi" olmadığını savunduğumuzu anladınız mı!

++++++

Uzman değilim ama…

-----

ABD'nin Türkiye'deki darbe girişimi dahil bir çok konudaki tutumunun mümkün olduğunca "sündürmeye" dönük olacağını ve karar alma sürecini Başkanlık seçiminden sonra başlatacağını savunuyor "uzmanlar".

Halbuki geleneksel Amerikan politikası gereğince tam tersi olması; yani ne kadar netameli operasyon varsa "müstakbel eski başkan"a "hallettirilip", seçimden sonra dünyanın huzuruna güya "yeni" ve güya "temiz" bir sayfayla çıkması gerekmez mi?

+++++

Hadi bu da had gibi adap da bilmeyenlere kıyak olsun: "Liderimizi takdir ediyorum" bir övgü değil densizlik bildirimidir!

Yazarın Diğer Yazıları