İçimizde büyüyen sanat: Riyakârlık
Kızımıza namuslu koca arıyoruz ama oy verirken namuslu-namussuz, yollu-yolsuz, arlı-arsız ayırmıyoruz!..
PKK’nın sivil uzantılarını şehrimize sokmuyoruz ama o terör örgütünü ‘aktivist’e çevirip sisteme ortak eden siyasetçileri sırtımızda taşımak ve ilimizde rekor kırdırmak için birbirimizi eziyoruz!.. Osmanlı’nın mirasını yüceltmekten ve onun gibi dünya egemenliği kurmaktan söz ediyoruz ama şehirlerimizdeki tarih düşmanlığına, yok olup giden estetiğe, iktidar, para ve kibir koalisyonunun yücelttiği şatafat kirliliğine itiraz etmiyoruz!..
Haramı helâli, Peygamber ahlâkını, yetim hakkını dilimizden düşürmüyoruz ama fırsat bize ya da ‘bizimkiler’e geçince hiçbir kuralı umursamıyoruz!..
Zulüm bizim nasırımıza bastığında isyan ediyoruz ama darbecileri bile aratmayacak zalimlik, hasmımızı eziyorsa sadistçe keyif alıyoruz!..
Önceleri kuraklık, deprem, sel gibi afetler gerçekleştiğinde bunları el altından -hatta üstünden- helâkı hak etmiş kavimlere olduğu gibi ‘ilâhî bir tokat’ olarak pazarlıyorduk ama şimdi oralı bile olmuyoruz!..
Madende ya da diğer iş facialarında yaşanan ölümleri memleketin kanını emen, insanı düşünmeyen sistemlerin ucuz maliyet için yol açtıkları katliamlar olarak yorumluyorduk ama şimdi mühür bizimkilerde olunca ‘fıtrat’ ve ‘kader’ isimli zanlıları teşhis ederek işin içinden sıyrılıyoruz!..
‘Açılım projesi’ne karşı çıkanları ‘kandan beslenenler’ olarak itham ediyoruz ama Gazze’de veya Tahrir’de kan döküldükçe, iç piyasada işleri açılan, göz bebekleri büyüyen ’kandan beslenenler’i görmüyoruz!..
Herkesin farklı oranda hissesinin bulunduğu ‘anonim şirket’ gibiyiz!.. Hissemize kısmen de olsa damladığında, artık evrensel boyuta ulaşan ‘büyük tokatçı’nın götürdüklerine ‘helâl olsun’ diyebiliyoruz!.. İşimize geldiği zaman, ‘bizimkiler’’suç üstünde’ yakalandığında bile cebimiz ile vicdanımızı yer değiştirmekte tereddüt etmiyoruz!..
Memlekette gerilim ve kutuplaşma arttıkça çocuklarımızın istikbâlinin yitip gittiğini düşünmüyor, devletlû çocuklarının, yani haramzadelerin doymak bilmeyen iştahları karşısında ya sessizliği veya onaylamayı tercih ediyoruz!..
Çöken ahlâkı, cinsel sapkınlığın kurumsal kimliğe kavuşmasını, uyuşturucu salgınını, hırsızlığın fetvalarla ‘meşrûlaşma’sını, yalakalık ve muhbirlik düzenini görüyor ama itiraf etmemek için duble yolla, havaalanıyla, tünelle kendimizi aldatmayı kâr sayıyoruz!..
Yolu, köprüyü, barajı işgalcilerin de yapabileceğini ama kaybolan manevî değerlerin, bir arada yaşama idaresinin, kardeşlik duygusunun telafisinin imkânsız olabileceğini düşünmüyor, ağustos böceğine dönüştüğümüzü fark etmiyoruz!..
27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı lânetliyoruz ama ancak darbe dönemlerinde yaşanan cadı avı, akreditasyon, keyfî atama, denetimsizlik ve hukuk dışılık gibi gözümüze sokulan uygulamalar karşında tepki koymuyoruz!.. Tam tersine doğruluğuna inanıyoruz!..
Memleketin direnen bütün unsurlarını ‘darbeci, statükodan beslenen, eski Türkiyeci’ gibi yaftalayan bakışa itiraz etmiyoruz ama milletin neresine koyacağını ‘ortaklaşa kararlaştıran’ namussuzlara ders verme ihtiyacı hissetmiyoruz!..
Dinî ihtiyaç gereği abdesti veya orucu nelerin bozduğunu çok merak ediyoruz da, Müslümanlığı ve adamlığı nelerin bozuyor olabileceğini dert etmiyoruz!.. ‘Uçkura ve cebe göre’ fetva veren medyatik hocaları biliyoruz da, tarihte İmam-ı Âzam’ın neden ömrünü zindanda çürüttüğünü ve Ömer b. Abdülaziz’i büyük yapanın ne olduğunu düşünmüyoruz!..
Elitist iktidarlar döneminde Müslümanlığın ne büyük baskı altında kaldığını tekrarlaya tekrarlaya oy toplayanları görüyoruz ama her şeye rağmen ‘dindarlık’ imajının en çok bu sözde ‘İslâmcı’ iktidar döneminde itibar kaybettiğini bildiğimiz hâlde itiraf etmek istemiyoruz!..
İşte bundan dolayı içimizde büyüyen sanattır riyakârlığımız!..