Hükümleri hükümsüzse mahkemeler niye var?
Birey, toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğini, bunların kendi davranışlarında uymaları gereken ilke, sınır ve kuralları belirleyen, düzenleyen bir bilim var -hani, "en hakiki mürşit" olanından-; hukuk.
Bu "bilim" dalını tanıyan, kamu gücünü bu bilim uyarınca şekillendiren ve yine buna uygun olarak kullanan devletler "hukuk devleti" varsayılıyorlar.
Türkiye, bir varsayımın ötesinde, Anayasasının "değiştirilemez" maddelerinde, kendisini "hukuk devleti" olarak nitelendirmiş bir ülke.
***
Hukuk devletlerinde, mali, idari, kişiye/devlete karşı, cinsel, siyasi, çocuğa karşı, çevreye karşı her türlü suç iddiasının hükme bağlandığı, her nevi hukuki anlaşmazlığın çözüldüğü tek bir meşru adres bulunur:
Mahkemeler.
Ve o mahkemelerden çıkan kararların, hele de "kesinleşmiş" kararların, herkes için "bağlayıcılığı" vardır.
Nasıl ki, yargılandığı mahkemede müebbet hapse mahkûm edilmiş birini "kafamıza göre" salıverme şansımız yok ise, yargılandığı mahkemede beraat etmiş birini de "kafamıza göre" infaz hakkımız olamaz.
(Mahkemelerin bağımsızlığı, kararların gerçekten de adaleti tecelli ettirip ettirmediği bunlar apayrı ve "yargı üzerine" bir tartışmanın konusu. Benim değerlendirmem, hepimizin savunması gereken "ideal hukuk düzeni/devleti" üzerinden.)
***
Niye böyle bir girizgâha gerek duyduğuma gelince…
Hikâyemizin ilk kahramanı bir yargı mensubu, hâkime.
Dün İsmail Saymaz da Halk TV''de etraflıca yazdı hakkındaki hukuki süreci;
15 Temmuz''dan hemen sonra tutuklanıyor.
"Silahlı terör örgütü üyeliği (FETÖ)"yle suçlanıyor.
9 ay cezaevinde kalıyor.
Bu süre zarfında meslekten ihraç ediliyor.
Üç yıl süren yargılamanın sonunda "pardon" deniliyor ve "beraat" ediyor.
Hakkındaki karar kesinleşiyor.
Bir de üzerine "devlet", "Gerçekleştirmediği bir fiil nedeniyle itham edildiği ve haksız koruma tedbirlerine muhatap olduğu için" tazminat ödüyor kendisine…
***
Bu arada…
Gökçeada''da gözlerden uzak yeni bir hayat kuruyor hâkime hanım. Burada bir otelde çalışmaya başlıyor.
***
Hikâyemizin ikinci kahramanı, Gökçeada''nın İYİ Partili Belediye Başkanı; Ünal Çetin.
Hâkime hanımın, Gökçeada Belediyesi''ne bağlı GÖK-AŞ''de işe alınmasıyla hikâyeye dahil oluyor Çetin.
"İşten çıkar" baskısına uğruyor.
İşe, bizatihi "devlet" tarafından verilmiş ve üzerinde "Hiçbir adli sicil kaydı bulunmamaktadır" yazılı "temiz kağıdı"yla başlayan, hakkındaki bütün suçlamalardan zaten çoktan aklanmış olan birini neden işten atması gerektiğini anlamıyor. Hukukun üstünlüğünü esas alan ilkesel bir tavır sergiliyor.
***
Pat bir jurnal.
İçişleri Bakanlığı, Gökçeada Belediye Başkanı Ünal Çetin ve GÖK-AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Akpolat hakkında soruşturma izni veriyor.
Gerekçe ne?
"Hâkimeyi, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmadan işe alarak, 29 Ekim 2016''da çıkarılan KHK''ya aykırı işlem yapmaları…"
Kullanılan ifadelerden biri aynen şöyle:
"FETÖ mensubiyetinden dolayı KHK ile hâkimlik görevine son verilen… belediye şirketine alınması…"
En çok takıldığım yer bu oldu;
İçişleri Bakanlığı, resmî/yasal olarak, bir gün bile "FETÖ mensubu" ilan edilmemiş, öyle olduğuna hükmedilmemiş hatta tam tersi, ödenen tazminat yoluyla "Haksızlığa uğradığı" kabul edilmiş biriyle ilgili olarak, hangi hak ve yetkiyle böyle bir dil kullanabilir?
Hükümleri hükümsüz sayılacaksa mahkemeler niye var bu ülkede?
***
Garabet durum karşısında, Danıştay''a başvuruyor ve soruşturma izninin iptalini talep ediyor Çetin. Zira, işin ahlaki boyutu bir yana, AYM 2019''da güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması hükmünü iptal ettiğinden, teknik olarak da temelsiz aslında maruz kaldığı suçlama.
Keza Danıştay da soruşturma izninin iptaline karar veriyor; "Çetin''in işe alım yönünde verdiği talimatın belediyedeki görevleri kapsamında olmadığı, şirket kapsamında kaldığı" gerekçesiyle!
Böyle olunca, dosya, Gökçeada Cumhuriyet Başsavcılığına gönderiliyor.
***
O gün bugün ne arayan var Çetin''i, ne soran…
Hoş… Velev ki aradılar; ifadeye çağırdılar; ne soracaklar?
Bizatihi devletin "Gerçekleştirmediği bir fiille itham edildiğini" itiraf ettiği birini neden işe aldığını mı mesela?
"Bağımsız Türk mahkemelerinin(!)" kararlarını niye tanıdığını mı? Niye uyduğunu mu?
***
Madalyonun bambaşka bir tarafına da bakalım:
Bir hukuk devletinde, bütün bu yazdıklarımın sonunda tartışılması gereken şey, Gökçeada Belediye Başkanı''nın, çalıştırmasında hukuken hiçbir engel bulunmayan birini neden çalıştırdığı mı olmalıydı?
Yoksa, hakkındaki bütün iddialar asılsız çıkmış, beraat etmiş, "haksızlığa uğradığı" resmen itiraf edilmiş bir yargı mensubunun "haklarının neden iade edilmediği", "mesleğe neden döndürülmediği" mi?
***
Ayrıca…
Mahkemele kararlarından bağımsız olarak, "FETÖ"den yargılanmış olmak da "örtülü bir hüküm" yerine geçiyor ve devletin güvenliği açısından "tehdit" sayılıyorsa;
Soruşturmanız, sorgulamanız gereken, mahkemelerin verdiği "beraat" kararlarına güvenip de "hukukun gerektirdiği" şekilde davranan belediye başkanları mıdır, yoksa o beraat kararlarını veren yargı mensupları mıdır?
Öyle ya, bu kişinin FETÖ''yle en ufak bir iltisakı dahi varsa, nasıl "hiç yokmuş gibi" beraat edebildi?
Yoksa, yani mahkeme verdiği kararla adaleti tecelli ettirdiyse, Belediye Başkanı''nı neyle suçluyorsunuz hâlâ?
***
Gökçeada Belediye Başkanı''nın kendi ilkeleri, ahlak anlayışı, adı, sıfatı, makamından ziyade "hukukun üstünlüğünü" hâkim kılmak adına verdiği bu mücadelenin sonucu, şu sorunun da cevabı olacak aynı zamanda;
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti midir? Keyfiyetin, siyasi, ideolojik, şahsi menfaatlerin hukukun üstünde tutulduğu bir hukuksuzluk devleti midir?