Hazret-i Türkistan Ahmed Yesevi, bir büyük ahlak, aşk ve irfan adamı, Allah dostudur. Türk kültür tarihimizin en önemli şahsiyetlerinden birisidir. Hoca Ahmed Yesevi, Hz. Peygamberin yaşadığı İslam’ı, Türkçe anlatan ilk Türk mutasavvıfıdır. Yaşadığı dönemin din ve kültür dili olarak Arapça ve Farsça dillerini bildiği halde, ana dili Türkçeyi kullanmış, Türkçeyi bir ilim, aşk ve irfan dili haline getirmiştir. Sohbetlerinde ve özelliklede hikmetlerinde ana dili Türkçeyi kullanmak suretiyle geniş kitleleri etkileyen ilk Türk mutasavvıfı olmuştur. Günümüzde özellikle Türk dünyası coğrafyasında konuşulan, yazılan edebi bir Türkçenin mimarlarından birisi de Hazret-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’dir.
Hoca Ahmed Yesevi, dergâha mürid olmak için gelen kimseleri ilk sorusu, mesleğin nedir? Şayet kişi oğlu, hocam mesleğim yok cevabını vermesi halinde, alacağı cevap hemen hiç değişmezmiş, evlat git bir meslek öğren de öyle gel mealinde olurmuş. Yesevi geleneğine göre, şeyhler ve müridler, kendi el emeklerinin geliriyle geçimlerini sağlıyorlardı. Yesevi geleneğinde daha sonraki dönemlerde ve haliyle de günümüzde olduğu gibi BEL EVLADI değil, YOL EVLADI geleneği vardı. Türkistan’daki dergâha ham gelip pişenler yani postnişin konumuna ulaşanların her birisi uç olarak tanımlanan yani Müslümanlara komşu olan veya yaşanılan yörelere gönderilirler. Yesevi dervişleri, görevlendirilmiş oldukları yerlerde dergâhlarını kurarlar ve mesleklerini icra etmek suretiyle rızklarını da temin ederlerdi. Yöre halkı, onların iş ve meslek ahlakına imrenmek suretiyle İslam dairesine dahil olurlardı.
Anadolu coğrafyasında iş meslek ahlakı denildiğinde akla gelen isimlerin başında hiç şüphesiz Ahi Evran gelmektedir. Şu hâlde, Ahilik teşkilatının kurucusu olarak bilinen Ahi Evran, Yeseviliğin Anadolu’daki yol evlatlarından birisidir. Bu yüzden Ahi Evran ve Ahilik teşkilatının anlam ve öneminin daha iyi anlaşılabilmesi için konumuza Hazret-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi ile başlamayı uygun gördük.
Ahilik Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evran (1171-1261), Azerbaycan’ın Hoy şehrinde doğmuştur. Ahi Evran’ın doğduğu ve eğitim aldığı Horasan ve Maveraünnehir bölgesi anılan yıllarda Yesevi geleneğinin yaygın olarak yaşandığı coğrafyadır. Zira Yesevi geleneğine göre, dergâha ham gelip zaman içinde zikir, ayin, vaaz ve sohbetlerle yetişirler. Başka bir ifadeyle Yunus misali ham gelirler ve zaman içinde olgunlaşırlar. İşte Ahi Evran ve hocası Evhadüddin Kirmanî de yöredeki diğer Yesevi yol evlatlarından etkilenmişler ve onların yolundan gitmişlerdir.
Ahi Evran, hocası E. Kirmanî ile birlikte 1205 yılında Kayseri’ye gelir ve ilk Ahi teşkilatını burada kurmuştur. Anadolu gerek siyasi ve gerekse de Sosyo-kültürel yönüyle Türkiye Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad döneminde tarihinin zirvesinde olmuştur. Söz konusu zenginliklerinden birisi de Ahilik teşkilatının kuruluşu ve faaliyetleri olmalıdır. Ahi Evran, Anadolu’da Bacıları (Bacıyan-ı Rum) teşkilatını kurucusu ve hocasının kızı Fatma Hatun ile evlidir. Ancak Sultan Alâeddin’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1245) döneminde Anadolu Moğol istilasına maruz kalacaktır. Zira Sultan Alâeddin döneminde, Ahilik teşkilatı Anadolu’da hayli güçlenmişti. Ancak Gıyaseddin döneminde Ahiler, çok sıkıntı çekmişler, bilhassa 1243 Kösedağ mağlubiyeti ile Anadolu’da ciddi manada bir Moğol baskısı söz konusu olmuştur. Bu süreçte Ahi Evran’da beraberindeki Türkmenlerle birlikte Denizli yöresine gitmiştir. Denizli’de uzun süre kalamamış ve beraberinde Mevlana’nın oğlu Alâeddin Çelebi de olduğu halde Konya’ya gelmişler. Ancak Konya’daki Moğol baskısı ve Mevlana’nın çevresindeki İranlı unsurların tutum ve davranışlarından dolayı tasavvuf anlayışı temelindeki Ahiler, kendileri için daha güvenli yörelere çekilmişlerdir. Nitekim Ahi Evran’da, Mevlana’nın oğlu Alâeddin Çelebi ile birlikte Konya’dan, Kırşehir’e gelmişlerdir. Kırşehir’de bulunduğu 15 yıllık süre içinde Anadolu’nun değişik yörelerinde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Selçuklu Devleti’nin Moğol idaresine tâbi olmasına rağmen Ahiler Moğol işgaline karşı uzun bir süre direnmişlerdir. İşte bu mücadeleler sırasında Ahi Evran da dahil olmak üzere birçok Ahi hayatlarını kaybetmişlerdir.
Ahi Evran’ın kurucusu olduğu Ahilik teşkilatı, toplumsal manada birçok değerleri yüzyıllarca bünyesinde barındırmıştır. Günümüzde halkımızı toplumsal manada özelde İş ve Meslek Ahlakıyla birlikte, genelde ise, Sosyo-kültürel, ekonomik, ticari, yönetim, askerî ve idarî konuları ilgilendirmektedir. Ancak ahilik denildiği zaman akla gelen ve kuruluşundan beri değişmeyen özelliği İş ve Meslek Ahlakı olmuştur. Bu yüzden söz konusu kurumun faaliyetlerinin günümüz şartlarında yeniden yaşanır hale getirilmesi Ahilik Kurumu yönüyle atılması gereken en doğru adım olması gerektiğini düşünüyoruz. Zira Ahilik teşkilatının İş ve Meslek Ahlakı, Türk toplumunun manevi ve milli yapısıyla da uyumludur. Ahilik Teşkilatı, tarihi süreçte iki önemli temel üzerine bina edilmiştir. Bunlardan birincisi yüce dinimiz İslâmiyet, ikincisi engin tarihimizin kültürel değerleridir. Konuya maneviyat ve kültür penceresinden baktığımızda bu teşkilatın söz konusu bu iki yüce değerle barışık ve bütünleşmiş olduğu görülmektedir.
Türk tarihinin başta Anadolu olmak üzere ortak dünyamızdaki bilim, medeniyet, güç ve değerler manzumesini yüzlerce yıl temsil etmiş olan siyasal güçlerin başarısı ve yükselişlerinin görünmeyen itici güçlerinden birisi de ahilik teşkilatıdır. Ahilik kurumu, 13. yüzyılın başlarında Anadolu’da Kayseri, Denizli, Konya ve Kırşehir merkezli olarak kurulmuş ve takip eden devirlerde bütün Anadolu’da teşkilatlanmıştır. Ahilik kurumu Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve yükseliş devirlerinde adeta zirve yapmışsa da devletin duraklama ve dağılma sürecinde bu özelliğini ve güzelliğini tıpkı diğer kurumlar gibi büyük ölçüde kaybetmiştir.
Ahilik kurumunun gerek toplum ve gerekse devlet hayatında önemli hizmetler ifa etmesine rağmen, işlevini günümüze taşıyamamasının nedenleri üzerinde de durmamızda fayda vardır. Konuyu sosyoloji penceresinden analiz edecek olursak; İş ve Meslek Ahlakı, hemen her çağda olduğu gibi günümüzde de toplumsal bir değer olarak olmazsa olmazlarımızdan birisidir.
Ahilik teşkilatının, karakteristiği konumundaki İş ve Meslek Ahlakı”na tarih penceresinden bakacak olursak konunun, Kısas-ı Enbiya yani peygamberler tarihine kadar götürülmesi de mümkündür. Zira kâinatın sahibi Yüce Allah (c.c), insanlık âlemine göndermiş ve görevlendirmiş olduğu Nebi ve Peygamberlerin ortak özelliklerinden birisi de İş ve Meslek Ahlakı ile ilgili olarak verilmiş olan görevleridir. Bu yüzden olmalı ki, Nebi ve Peygamberlerin her birisi bir mesleğin piri olarak bilinmesi bir tesadüf değildir.
ve Meslek Ahlakı, insan ve haliyle insanlığın sahip olduğu temel hakların başında yer almaktadır. Bu konuda, üzerinde durulması gereken hususlardan birisi de yüce dinimiz İslamiyet, hemen her konuda insanı merkeze koymuş yani insan merkezli bir din olma özelliğine sahiptir. Zira kâinatın sahibi Yüce Allah (c.c.) insanı, gezeğenimizdeki bütün canlıların fevkinde, canlı -cansız her şeyi insanlar için yaratmıştır. Nitekim insanoğluna verilmiş olan ve affı mümkün olmayan görevlerin başında; kâinattaki bütün canlılar ve cansız tabiatın korunması ve yaşatılması gelmektedir. Yüce Allah (c.c.) İnsanoğlunu böyle bir donanımla yaratmış ve yaradılışın şifresini de insanoğlunun zihnine yüklemiştir. İnsanoğlu, bu şifreleri çözebildiği oranda dünyanın özellik ve güzelliklerinden yararlanabilmektedir. Bu yüzden olmalı ki, İslam dini BİR MEDENİYET PROJESİDİR. Kâinatın sahibinin, bu manada donanımlı olarak yaratmış olduğu insanın hak-hukuk ve emeğini ihmal, istismar etme vb. yanlış uygulamalar ve Meslek Ahlakıyla doğrudan ilgilidir. Zira Ahilik Kurumu, her şeyden önce, insan emeği ve üretimi temelinde bir işlevi temsil etmektedir.
Manevi dünyamız, insan merkezli olduğu gibi Türk tarihi de böyle bir özellik arz etmektedir. Türk tarihinin bilinen en eski dönemi Büyük Hun Devleti’dir. Hun Devleti’nin hükümdarlarından Mete Han ile Oğuz Kağan Destanı’nın kahramanı Oğuz Kağan’ın ortak bir özelliği temsil etmiş oldukları bilinmektedir. Çünkü tarihî manada Mete Han’ın, destanî manada da Oğuz Kağan’ın, insan haysiyet ve şerefini her şeyin üstünde tutmuş olmaları üzerinde durulması gereken çok önemli bir husus olmalıdır.
Ahi Evran’ın ömrünün büyük bir bölümü Kırşehir’de geçmiş ve orada şehadet şerbetini içmiştir. Bu yüzden de Ahilik denildiğinde öncelikli olarak akla Kayseri ve Kırşehir gelmektedir. 2019 yılındaki Ahilik faaliyetlerinin Konya’ya taşınmış olması bilim ve teamüller bakımından doğru değildir. Zira Ahilik Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evran’ın hayatı ve faaliyetleri Kayseri ve Kırşehir merkezlidir. Bize göre, bu kültürel etkinlik şu veya bu sebeple Kırşehir dışına taşınacaksa Kayseri veya Türkmen yatağı Ermenek olabilirdi. Muhtemel ki, Kırşehir’de CHP ve Ermenek’te de İYİ Partili Belediye Başkanlarının bulunmuş olmasının etkili olduğu söylenmektedir. Ahi Evran’ın sağlığında barınma fırsatını bulamadığı Konya şehrinin tercih edilmiş olması tarihi gerçeklerle de örtüşmemektedir.