Hizmetten darbeye…
Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar dudaklarından hiç eksik olmayan tebessümleri, ölçülü ses tonları, mahçûp yüzleri, birbirine bağlanmış elleri, ayak ayak üstüne atmaktan çekinen tavırları, altı lâstik ayakkabıları, ütüsüz pantolonlarının üzerine sarkan itinâsız gömlekleri, ergenlikle birlikte dudaklarının üzerinde peydâh olan ve mübâlaalı bir terbiye görmüş bıyıklarıyla bir gençlik varmış.
Dur durak bilmeden 'hizmet'(!) için çalışırlarmış.
En önemli işleri, kölesi oldukları efendilerinin gördüğü bir rûyada Hz. Peygamber'in kendisine, "Zaman gazetesine uzanan el Fâtıma'nın eli olsa keserim" dediği gazeteye abone bulmakmış.
Gel zaman git zaman, abileri büyümüş, kendileri de birlikte büyümüşler abileriyle. Evleri büyümüş, gazeteleri büyümüş, çok ama çok sayıda kolejleri olmuş, üniversiteleri olmuş, yasak olmayan yeni televizyon kanalları olmuş, holdingleri olmuş, faizsiz bankaları olmuş, olmuş da olmuş.
Onlara "yürü yâ kulum" denmiş ve dünyanın en kervan geçmez, kuş uçmaz diyarlarına okullar açmışlar.
Gün gelmiş, aylardan Şubat'mış, günlerden 28 Şubat.
İşler ters gitmeye başlamış.
Kölesi oldukları şahıs bu ahvâlde çâreyi hicrette bulmuş ve gitmiş… "Asya'nın bahtının miftâhı meşveret ve şûrâdır"ın hatırına Çin-i Maçin'e gitmeyi, oradan tüm Asya'ya tebliğ yapmayı düşünmüş, ama Çin'de kanserojen varmış, yavaş yavaş öldürüyormuş, yol Amerika'ya düşmüş, Amerika kesin ölümmüş.
Abiler de daha çok çalışmışlar…
Artık dünyada ve ülkede olan biten tüm siyâsî gelişmelere kulak kabartmışlar, bir zamanlar siyasetten Allah'a sığınırlarken, siyâsetin merkezi hâline gelmişler.
Babasının kucağında ve babasıyla birlikte İsrail mermileriyle şehid olan körpecik Müslüman evlâdı Muhammed hâdisesinde korudukları soğukkanlılıklarını(!) Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara Gemisi'nin yolculuğunun uluslararası hukuka ne denli aykırı(!) olduğunu beyân ederek ve Mavi Marmara Gemisi'nde kafasına yediği İsrail mermileriyle şehid olan 19 yaşındaki Furkan Doğan'nın ve 8 arkadaşının şehâdetlerinde de korumuşlar ve Gazze'ye yardım götüren yolculuğu 'illegal' ilân etmişler.
Yaşadıkları ülkenin insanları nereye baksalar onları görür olmuşlar. Onlar her yerlerdeymişler. Onların çalamayacakları soru yokmuş. Onların dinleyemedikleri/gözetleyemedikleri hiçbir yer yokmuş. Artık zaman sevgi-muhabbet-hoşgörü zamanı değil, intikam zamanıymış. Usûlleri değişmiş, insanların tenâsül hayatlarına dair arşivler yapmışlar, günü geldiğinde tedâvüle sürmek üzere. Koltuklarından genel başkanlar eder olmuşlar, bürokratları makamlarından eder olmuşlar, en stratejik makamlara bürokrat atar olmuşlarmış, haklarında yazılan bir kitabın peşine ellerinde kaç kaset olduğu bilinmezmiş, onlar hi-man olmuşlarmış, onlara güç kuvvet yetmezmiş.
Ellerinden gelse kabristandakileri bile siyâsetin içine dâhil etmek isterlermiş.
Ve o çocuklar gün gelmiş "MİT'i de bize verin" demişler.
İşte o güne kadar her istediklerini almaya çalışmış çocuklara MİT verilmemiş.
Bu sefer istediklerini alamayınca çok kızmışlar ve her istediklerini verenle aralarında savaş başlamış.
Anlayan anlamış neler olduğunu ama iş işten geçmiş ve kanser bünyede her yeri sarmış.
* * * * *
Özetleyerek buraya aldığımız bu satırları 2009 yılında, 'Quo vadis - Fe eyne Tezhebûn' başlığıyla yazmış ve 'Bu gidiş nereye?' diye sormuşuz.
İşte o çocuklar var ya o çocuklar…
15 Temmuz'da darbeye teşebbüs etmişler stratejik ortaklarıyla ya da stratejik ortakları o çocuklarla darbeye kalkışmışlar.
Hasar büyük…
Şimdi af dileme ve özür zamanı…
Hangi hasarı nasıl onaracak bu özür?
Çalınan sorularla hakları yenen kaç vatan evlâdı var bu ülkede?
Bunun tespitini yapmak bile neredeyse imkânsızken o hakları nasıl iade edeceksiniz?
"Bir şehirde iki şehriyâr olmaz" derken bizler, "devlet paylaşılmaz" derken bizler, kulakları sağır, gözleri kör, dilleri lâl olanlar, vebâliniz büyük…
Rabbinizden dilediğiniz affa diyebileceğimiz bir şey yok.
Fakat, milletin çocuklarını o açılışlarını bizzat yaptığınız, kurdelâlarını kestiğiniz okullara başta kendi çocuklarınız olmak üzere siz yolladınız ya da vesile oldunuz. "Gel artık, bitsin bu hasret" diyerek meşrûlaştırdınız… Türkçe olimpiyatlarında ağladınız. Bankalarını açtınız. Referandum neticelerinden sonra balkondan dakikalarca 'Okyanus ötesi'ne teşekkürler ettiniz. Askerî vesâyeti birlikte kaldırırken(!) pek çok mâsum insan düzmece delillerle Silivri'ye tıkılırken, o dâvâların savcısı oldunuz. YÖK hakkında cumhuriyet savcıları soruşturma isterken sorular çalındığı için, siz izin vermediniz.
Şimdi özür diliyorsunuz…
Allah aşkına sizin kulağınıza da bu kadar kolay geliyor mu bu özür?
Liseye giden oğlum Ersagun, "Babacım 15 Temmuz bir ihanet gecesiydi. Ben devletin yerinde olsam 15 Temmuz'da doğan çocukların doğum tarihini 16 Temmuz yazarım, o ihanet günü hiçbir Türk çocuğunun doğum günü olmasın" dedi…
O ihanet gecesinde vebâliniz büyük…