Hesabı "ahirete" kaldı...
Ne zaman "onlardan" biri ölse, "onlar da ölecek" diye haykırıyor vicdan;
"Onları", üretilmiş, sahte, düzmece, sözde delillerle tutuklayıp, yıllarca hapsedenler de yani...
Haysiyetlerine suikast düzenleyenler de...
"Ne istedilerse vermek" olayını çığırından çıkarıp adeta kurban gibi insan hayatlarını da sunanlar da birbirlerine...
Sonra "darbeler" indirenler ülkenin üzerine sırf kendi iktidarlarını tesis niyetiyle...
***
Ölecekler.
***
Ve işlenmiştir herhalde değil mi hesap defterine;
"İçerideki suçsuz adama", sonunda beraat ettiği davada, yargısız infaz edilip, hakkında hiç hükmedilmeyen cezayı peşin peşin çekmeye mahkûm edildiğinde, hasta olan, durumu ağırlaşan eşiyle vedalaşma hakkını çok görenlerin işlediği insanlık suçları!
"İçerideki suçsuz adama" anasının cenaze namazını kılmaya izin vermeyenlerin günahı!
"İçerideki suçsuz adamı" oğlunun cenazesine yetişemesin diye prosedür zulmüyle yeniden ve yeniden öldürenlerin insafsızlığı...
Ve hastaneye, tedaviye yollamayıp "ölüme tahliye" edenler "içerideki adamı"...
***
Doğan Yurdakul, en az bir yıl eksik yaşadı; suçsuz yere cezaevinde geçirdiği bir yılın arazları daha fazlasını da eksiltmişti belki de...
O bir yılın, yaşayamadığı her gününün, her saatinin, her dakikasının bir vebali olmalı. Ve "firarda" o vebalin taşıyıcıları... Büyük yüzleşme ahirete kaldı.
Not: Yurdakul'un cenazesi, yarın Ankara'da, Ahmet Hamdi Akseki Camii'nde öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedilecek.
Yeniden milletleşmenin resmi mi?
Arkadaşımın Ankara'ya ilk defa gelen küçük çocuklarını Anıtkabir'e götürdüğümüzde izdihamla karşılaşınca geçenlerde de yazmıştım, tekrarlıyorum;
Unutturmaya çalıştıkça hatırlayanlarını artırıyorlar Atatürk'ün, her saldırı sevgide patlamaya yol açıyor...
***
Önceki gün, bu defa bayram ziyaretçilerimize rehberlik etmek üzere gittik Anıtkabir'e.
Millî Bayram değil, ilkelerine, inkılaplarına, Millî Mücadele'nin merhalelerine atıf yapılabilecek "özel bir gün" değil; Kurban Bayramı'ydı ve Anıtkabir yine tıklım tıklımdı. Araç girişi yine tıkalı, yaya girişinde kuyruk, müzenin içinde yürümek mümkün değil... Bu arada 33-34 derece hava sıcaklığı!
Daha önemlisi, bir kesimin "CHP'li teyze" yahut "laik teyze" diye andığı tek tip profil de değil Ata'nın duacıları;
Onlar da var, mini etekli, kısacık şortlu, taytlı, dekolteliler de, küpeli erkekler, piercingliler, top sakallılar da var ama türbanlı, başörtülü, geleneksel bağlamasıyla yazmalı, tesettürlüler de var bol miktarda... Çarşaflılar hatta!
Bu kuru kuruya sergilenen bir "inadına" tavrı mı yoksa sahiden de, nihayet, Büyük Önder'in neyi, neden yaptığını idrake başladıkları için mi böyle akın akın koşuyorlar huzuruna bilmiyorum;
İkincisidir umarım.
Ve keşke, bizim kadar sık olmasa da, toplumbilimcilerimiz de "akademik çalışma" yapmak üzere Anıtkabir'e uğrasa da, neredeyse "Kurtuluş Savaşı"nın toplumsal yelpazesini andıran bu "beş benzemez" birlikteliğini izah etse;
Tam da darmadağın olmanın eşiğine gelmişken yeniden "milletleşiyor muyuz" dersiniz?
Bakan Bey kime had bildirdiğinin farkında değil galiba
Hayvan barınağına karşı çıkan muhtarla ilgili olarak "Herkes işine bakacak. Muhtarsa köyde yapacakları işine bakacak" diye çıkışan Bakan Bey, Külliye'deki onca "Muhtarlar Buluşması"ndan birine bile katılmamış anlaşılan...
Muhtarlar kime inansın, kime göre pozisyon alsın şimdi;
Onları "köye (bu arada yeni idari yapılanmada 'köy' de yok ama neyse)" gönderen Bakan Bey'e mi, yoksa onları "seçilmiş temsilci" olarak "milletin vekili" ilan eden, onlara bürokrasi ve diplomasinin yüksek rütbelilerinden daha büyük kıymet verdiğini ifade eden, bu manada da halkın her sorununu dillendirmekle yetkilendiren Cumhurbaşkanına mı?
"Kerkük savaşı" çabuk bitti
Barzani, "bağımsız Kürdistan" referandumundan vazgeçmedi.
Kerkük'ün, "bağımsız Kürdistan" referandumuna katılması kararından vazgeçilmedi.
"Barzani Kürdistanı"nın dört ayaklı bir proje olduğu ve "ikinci hedefinin Türkiye toprakları" olduğu bir kere bile muhataplarınca inkar edilmedi.
Bu tehlikenin "geri sayımı" başlamış haldeyken, güya bu tehlikeyi bertaraf stratejisi konusunda kapışan siyasiler arasında jestleşmeler başlamış bile...
Niye?
Tehlike dozu artarak devam ettiğine göre ne değişti de can ciğer kuzu sarması oldular yine?