Her şeyin teorisi gibi...

Her şeyin teorisi gibi...

Geçenlerde bir dostla sohbetin ortasında, takıntıların ne işe yaradığını tartışır bulduk kendimizi. Bir ara amma da saçma bir işe daldık diye geçirdim içimden.

Ama sonra dur bir dakika usta dedim. Zira bu konu mühimdir. Altı üstü takıntı deyip geçemezsin. Hem Einstein de bu işlere takmış değil miydi? Gerçi onun derdi önyargılardı. Ama olsun canım, bu ikisi akraba değil mi? Ve her ikisini de ortadan kaldırmanın ne kadar güç olduğu bilinir. Einstein, önyargıyı parçalamanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu iddia etti. Benim de takıntı için o kadar kesin olmasa da bir tezim var. Kırmak çok zor evet, ama tuhaf bir durum var burada. Takıntı, sahibine muazzam bir konfor sunar! Yaşanan, başa gelen, olması muhtemel her şeyi takıntılarıyla izah edebilir sahibi mesela. Okumanıza, araştırmanıza, öğrenmenize, yenilik peşinde koşmanıza, kısacası zahmete girmenize gerek yok! Zira takıntılarınız bu işler için teorik bir şemsiye görevi yapar. Genel olarak meseleyi onlarla izah etmiş olursunuz. Ayrıntıları ise nasıl olsa halledersiniz. Başka işlere de yarar elbette takıntılar... Bu sayede ortalıkta çok şey bilen biri gibi dolaşabilirsiniz. Az imtiyaz değil. Başkalarını küçümseme hakkını kendinizde bulabilirsiniz. Kendinize bir hayat alanı yaratabilirsiniz takıntılarınızla. Hatta kendinizi Stephan Hawking gibi görebilir, her şeyin terosinin elinizin altında olduğunu varsayabilirsiniz. Düşünsel evrenin doruklarında yaşarsınız. Ama bir şey eksik hep kalır. O şey, gelişmeye kapalı kalarak ağır ağır içten çürümek ve hayatın dışına atılmaktır...

 

BEYEFENDİ

Ne ola ki, şu boş zaman dedikleri?

 

Yalnızlık için zamanım yok ki diye mırıldandı sahilde bir banka otururken. İnsanlar çıldırmış olmalı! Boş zaman nedir ki? İnsan ne yapar boş zamanında? Ömür bu kadar kısa iken, yapacak bir şey bulmamak, zamanın geçmesini tembelce beklemek nasıl bir şey acaba? Neden onca erkek kahvehanelerde zaman tüketir? Ben zamanımın yetmediğinden şikayet ederken, boşluktan canı sıkılanlar nasıl insanlar olabilir? Hobiler, hedefler, amaçlar, zevkler, kaygılar, vicdan, bir işe yarama arzusu, hepsi alıp başını gitmiş olabilir mi? Ya da daha da beteri, bunlar insanların ezici çoğunluğunun defterinde hiç mi yer almamış? Canı sıkıldı. Hışımla yerinden kalkarak birkaç adım atmıştı ki, bu kez de yalnızlık gelip oturdu zihnine.

Yalnızlık... Zor iş dedi Beyefendi. Üzerine onca şey söylenen, yazılan, insanları büyüleyen ya da intiharlara sürükleyen tek bir sözcük! Bazılarının ölesiye korktuğu, bazılarınınsa baş tacı ettiği tek bir sözcüğün anlamı ne? Geç dedi sonra. Yazılmadık bir şey kalmamış ki hakkında, yeni ne diyebilirsin? Üreten, sorun istemeyen, daha çok iç dünyasında yaşayan insanlar için iyi bir sığınak, bir yaşam biçimi. Tamam. Ama çoğunluk için öyle değil ki! O zaman doğru ne diye tısladı, sıkıntı içinde. Birkaç adım sonra durdu. Denize düşen yamulmuş gölgesine baktı birkaç saniye. Ve galiba dedi, insan önce kendini iyi tanımalı ve özgür bir birey olarak yalnızlığa ihtiyacı olup olmadığına karar vermeli. Gerisi çorap söküğü gibi gelir... Şimdi derin bir soluk al. Hem bu bahar da pek keyifli aslında...

 

OKUYUNUZ

 

Modern edebiyatın büyük ustası Italo Calvino'dan yaşamının en önemli yanları olan siyasal, yazınsal, varoluşsal seçimlerini nasıl belirlediğine ışık tutan bir kitap:

"Paris'te Münzevi".

 

İŞTE O KADAR

 

Akıllıların yaptıklarına bakarsak, bize birkaç deli gerek.

Bernard Shaw