Her şeye çözüm: Anayasa Mahkemesi
Hangi kurum hükümetle cebelleşiyorsa, o kurum operasyona uğruyor. Bunun sonucu olarak da kurumsal operasyon adına ya anayasal düzenleme ya da kanun çıkararak yetkilerin değiştirilmesi süreci başlıyor.
İşte size Anayasa Mahkemesi.
HSYK. Her ikisinin değiştirilmesi için tek başına Meclis yetmeyince Türkiye koca bir referanduma sokuldu. Bunun sonucu olarak hem HSYK hem de Anayasa Mahkemesi’nde değişiklikler yapıldı.
Sırada Yargıtay ve Danıştay var. Yeni getirilmesi istenen düzenlemeye göre Yargıtay’ın ve Danıştay’ın kararları Anayasa Mahkemesi’nce denetlenecek.
Neden? Çünkü, her iki kurum hükümet denetimi dışında görülüyor.
En başta Adalet Bakanı’nın kendisi Danıştay’ın önlerinde engel olduğunu söylüyor. “Onların verdiği yargı kararları yüzünden hâkim ve savcı alamadık. Bizi engellediler” diyor. “Hâkim ve savcı almak için mülakatların kamera kayıt sistemi içinde yapılması yönünde karar verdiler” diye devam ediyor. “Bu durumda çalışamadık” diye ekliyor.
Bu sözler, karşılıklı değerlendirildiğinde Türkiye’de işleyen devlet kurumları ile hükümet arasındaki derin çatlağın yine hükümetin bir bakanı tarafından açıkça ilanı olduğu görülecektir. “Danıştay’ı engel görüyorum” demek, “idari kararlarımda önümde engel istemiyorum” demektir. Eğer idari kararlarınızda denetim dışı kalmak istiyorsanız, uygulamanızın adı demokrasi olsa bile, hukuk devleti ilkelerine sadık kalmak istemediğiniz gün gibi aşikâr olur.
Eğer idari yargı, “hâkim ve savcı alımlarında mülakatlar video kamera önünde kayıt tutularak yapılacak” demiş ve siz bundan kaçıyorsanız, hatta bu uygulamayı gerekçe göstererek, Türkiye’de hukuk düzeninin bozuk olduğundan şikâyet ediyorsanız, birinin size “yargıyı ele geçirmek istiyorlar” demesi haklılık kazanır. Tutukluluk sürelerinin 10 yıl ile sınırlandırılması süreciyle başlayan ağır cezalık mahkûmların salıverilmesi olayları yargı üzerinde hükümet denetiminin artırılması gerektiği fikrinin hayata geçirilmesinde bir bahane oldu. Şimdi, gereksiz bahanelerle bir taraftan hukuk sisteminin kendisine yönelik operasyon başlatılıyor, öte yandan hukuk hiyerarşisinin yeniden kurulması yoluna gidiliyor.
Yargı kurumlarının yetkileri değişiyor. Anayasa Mahkemesi tüm mahkemelerin üstüne çıkarılmaya çalışılıyor. Danıştay’ın ve Yargıtay’ın verdiği kararların Anayasa Mahkemesi’nce incelenmesi demek bu demektir. Böyle bir durumda Türkiye’de kurulu sistemin kökten yapılandırılacağı, sonucuna varmak kehanet olmasa gerek. Türkiye’de aklı başında herkes, yargı reformunun gerekli olduğunu biliyor. Ancak bu gereklilik, hükümetin kendisine engel gördüğü kurumlara, biçim vermesini gerekli kılmıyor.
Konunun bir başka yönü ise, kurulan yeni hiyerarşik yargı düzeninin beraberinde getireceği sorunlar. “Sorunları kaldırdık” iddiasının içinin boş olduğunu ve aslında sorunları daha da derinleştirip içinden çıkılmaz hale getirildiğinin örneği için şu verilere bakınız lütfen.
“Bugün AİHM gündeminde tam 119 bin 300 dosya var. Bu dosyalardan 13 bin 100’ü Türkiye’den gidenler. Başka bir ifadeyle, AİHM gündemindeki her 100 dosyadan 11’i Türkiye’ye ait.” Hükümet yanlısı bir yazarın dünkü yazısından aldığım bu paragraf, yazarın iddia ettiği gibi yargıyı düzlüğe çıkarmıyor, tam tersine yargıyı boğuyor. Hesap ortada.
13 bin 100 dava AİHM’le ilgili. Üstüne, Danıştay’dan gidenleri, bir de Yargıtay’dan gelenleri koy. Hepsini topla. İşte sana Anayasa Mahkemesi’nin yeni düzenlemeden doğacak yükü. Bu yükü, 2010 referandumu ile üye sayısını 34’e çıkardığımız, yeni düzenlemeyle bireysel başvuru hakkının yapılmasına yönelik kanuni düzenleme yetkisi tanıdığımız ve bir de Danıştay’ın ve Yargıtay’ın kararlarını gözden geçirme ödevini kendisine vermek istediğimiz Anayasa Mahkemesi sizce çözebilir mi?
Buyurun anlatın lütfen.