Her şehrin bir Yakupoğlu’su olsa
Kütahya. Germiyanoğullarının merkezi. Ahmed-i Dâî, Ahmedî, Şeyhî gibi divan edebiyatının ilk büyük isimlerinin yetiştiği şehir. Divan şiirinin ilk önemli halkası. Yukarıdakilerle birlikte birçok şairin Bursa’ya göçüyle divan şiiri de sanki Kütahya’dan Bursa, Edirne ve İstanbul’a doğru yol almış.
İşte bu şehrin şimdi yaşı 94’e ulaşmış bir büyük evladı var: Ahmet Yakupoğlu. Ressam ve neyzen. Kütahya’yı sokak sokak, ev ev tablolarına yerleştirmiş. Sadece evler ve sokaklar değil. Şehrin ağaçları, çayırları, suları, çiçekleri, koyunları... Kır çeşmeleri, su değirmenleri... Aman Allah’ım! Kütahya rengârenk, Kütahya ışıklar içinde binlerce tabloda. Birkaç hafta önce Paris’te, Orsay Müzesi’nde Claude Monet’nin resimlerini hayranlıkla seyretmemiş olsaydım bu kadar şaşırmayacaktım. “Rengârenk Kütahya” isimli albümde Yakupoğlu’nun tablolarına bakarken Türkiye’de, Türkiye’nin Kütahya şehrinde bir Türk Monet’si yaşıyormuş da haberimiz yokmuş hissine kapıldım. Müthiş bir empresyonist ressam, müthiş bir izlenimci...
Yıllar önce atölyesinde görmüştüm kendisini ve uzun uzun sohbet etmiştim. Birkaç tablosunu da görmüştüm tabii ama ancak “Rengârenk Kütahya” albümüyle onun farkına varabildim. Kitap, Türk Petrol Vakfı’nın, Aydın Bolak’ın himmetiyle Kubbealtı tarafından 1991 ve 2012’de iki defa basılmış. Albümde Yakupoğlu’nun binlerce resminden sadece 240’ı var.
Şüphesiz Ahmet Yakupoğlu’nun olağanüstü yeteneğinin eseri bu binlerce tablo. Fakat arkasında ona yön veren bir şeyler olmalı. Yeteneğinin, Kütahya ve tabiat sevgisinin dışında bir şeyler. Bir şeyler değil birileri demeliyim. Evet birileri var, arka planda büyük kültür adamımız Süheyl Ünver var. Onu keşfeden ve İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nde okumasını sağlayan, sonra da yıllarca İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Enstitüsü’nde bir mürşit gibi onu yetiştiren adam. Ve Akademi’deki hocası, büyük ressamlarımızdan Feyhaman Duran. Onun adı gelince satırlara, izlenimciliğin sırrı da ortaya çıkıyor. Çünkü Feyhaman Duran 1910’lu yılların başında Abbas Halim Paşa tarafından Paris’e gönderilince izlenimcilerin tesirinde kalmış.
Böyle bir ressamımız var da acaba niye toplumumuzda bu bir heyecan, bir sanat coşkusu yaratmıyor? Monet ve diğer izlenimcilerin arkasındaki sanat eleştirisi ve teori zemini yok da ondan. Paris’te olan sanat ortamı yok da ondan. Bu ortamı yaratan toplum ilgisi, yüksek kültür ve sanat heyecanı yok da ondan. Sadece günlük kaba siyasete, sadece magazine, sadece futbola ve sadece para hareketlerine odaklanmış bir toplumda yüksek bir kültür ve sanat ortamı doğabilir mi? Böyle bir ortamda “millî irade” adı altında sadece halk dalkavukluğu rağbet görebilir.
Youtube’a girip Ressam Ahmet Yakupoğlu yazanlar onun Boğaz tablolarını da seyredebilirler. İzlenimci bir ressamın harika Boğaz tablolarını. Dikkatli gözler çok ince bir minyatür çizgisi de yakalayabilirler. Belli belirsiz. Belki de geleneğin, modern sanat içinde nasıl yer alabileceğini de görebilirler.
“Rengârenk Kütahya” albümünü gördükten sonra keşke diğer şehirlerimizin de bir Yakupoğlu’su olsa diye düşündüm. Ve beton yığınları arasında hâlâ kaybolmamış güzellikler varsa onları tablolarında yaşatsa.