Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzm. Dr. Safiye Arık, “Diyabet, insülin eksikliği ya da insülin etkisindeki kusurlar nedeniyle organizmanın karbonhidrat, yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı, sürekli tıbbi bakım gerektiren, kronik, geniş spektrumlu bir metabolizma bozukluğudur.” dedi.
“Tüm karbonhidratlı yiyecekler kandaki glikoza bölünür. İnsülin, glikozun hücrelere girmesine yardımcı olur. İnsülin üretememek veya etkili şekilde kullanmamak, kanda yükselmiş glikoz seviyelerine yol açar. Uzun vadede yüksek glikoz seviyeleri vücutta hasara ve çeşitli organ ve dokularda yetersizliklere neden olur” diye konuşan Dr. Arık şunları açıkladı:
“Beta-hücre rezervi yüzde 80-90 oranında azaldığı zaman klinik diyabet semptomları ortaya çıkar. Hiperglisemiye ilişkin ağız kuruluğu, çok su içme, açlık hissi, çok idrar çıkma, kilo kaybı ve yorgunluk gibi semptom ve bulgular aniden ortaya çıkar. Mutlaka kan şekeri seviyesini kontrol altında tutmak için insülin enjeksiyonuna ihtiyaç duyulur”
Diyabet türlerinin dört klinik tipte sınıflandırıldığını belirten Metabolizma Hastalıkları Uzmanı, Uzm. Dr. Safiye Arık, en sık görülen türlerinin Tip1, Tip2 ve Gebelik Diyabeti olduğunu söyledi. Dördüncü türünün diğer sebeplere bağlı (ilaç kullanımına, hormonal bozukluklara vb.) bağlı olarak görülebileceğini kaydetti. Tip1 diyabette mutlak insülin eksikliği olduğunu ve her yaşta gelişebileceğini ancak genellikle çocuklarda ve ergenlerde görüldüğünü ifade eden Uzm. Dr. Safiye Arık, Tip1 Diyabette vücudun çok az insülin ürettiğini ya da hiç üretmediğini belirtti. Hastalarda beta hücre yıkımı söz konusu olduğunu da anlatan Uzm. Dr. Arık, şunları aktardı:
“Toplumda daha sık görülen diyabet formu tip 2 diyabettir ve insülinin yeterince etki gösterememesi (insülin direnci ve insülin sekresyonunda azalma) sonucu ortaya çıkar. Vücut ürettiği insülini iyi kullanamaz. Genellikle insülin direnci tip 2 diyabetin öncesinden başlayarak uzun yıllar tabloya hakim olmakta, insülin sekresyonunda ciddi azalma ise diyabetin ileri dönemlerinde veya araya giren hastalıklar sırasında ön plana geçmektedir. Çoğunlukla 30 yaş sonrası ortaya çıkar, ancak obezite artışının sonucu olarak özellikle son 10-15 yılda çocukluk veya adolesan çağlarında ortaya çıkan Tip2 Diyabet vakaları artmaya başlamıştır. Hastalık genellikle sinsi başlangıçlıdır. Pek çok hastada başlangıçta hiçbir semptom yoktur. Bazı hastalar ise bulanık görme, el ve ayaklarda uyuşma ve karıncalanma, ayak ağrıları, tekrarlayan mantar infeksiyonları veya yara iyileşmesinde gecikme nedeniyle başvurabilir. Tedavisindeki en önemli nokta ise düzenli beslenme ve spor yani sağlıklı yaşamdır. Aynı zamanda hastalarda kan şekeri seviyesini kontrol altında tutmak için ilaç ve/veya insülin kullanması gerekebilir”
Uzm. Dr. Arık, “Diyabet tanısı dört yöntemden herhangi birisi ile konulabilir. Çok ağır diyabet semptomlarının bulunmadığı durumlar dışında, tanının daha sonraki bir gün, tercihen aynı (veya farklı bir) yöntemle doğrulanması gerekir. 8 saatlik açlık sonrası bakılan plazma glikoz değerinin 126 mg/dl ve üstünde olması, 75 gr ile yapılan oral glikoz tolerans testinde 2 saat plazma glikoz değerinin 200 mg/dl ve üstünde olması, diyabet semptomları olan bireylerde rastgele bakılan plazma glikoz değerinin 200 mg/dl ve üstünde olması, standartize metodlar ile bakılan HBA1C değerinin yüzde 6,5 ve üstünde olması durumunda diyabet tanısını konulur” diye konuştu.