Hedefleri bellidir, saf olmaya gerek yok
Hedefleri din devleti kurmaktır. Devletin bütün siyasi, sosyal, hukuki ve ekonomik yapısını din temelleri üzerine oturtmaktır. Bunun için de laikliğin ortadan kaldırılması, cumhuriyetin yıkılması gerekir. Hedef budur; yaptıkları her şeyi buna göre değerlendirmek gerekir.
Hedeflerinin ne olduğu kendi sözleriyle ortadadır. Bunun pek çok örneği vardır. Sadece birkaçını vermekle yetineceğim.
Başbakan Erdoğan 25.01.2014 tarihinde, "Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti" töreninde konuşurken şöyle demiştir: "Bütün kitaplarımız yakılsa, bütün kalemlerimiz kırılsa, bütün harflerimiz çalınsa da bizim medeniyetimiz kendi kendisini yeniden inşa etmeyi her seferinde başardı". "Bütün harflerimiz çalınsa da" sözleriyle harf inkılabının hedef alındığı açık değil midir?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 03 Ağustos 2016'da Olağanüstü Din Şurası'nda da FETÖ'den bahsederken aynen şu sözleri söylemiştir: "Bir ortak yanımız vardı. İnanın bana, aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapının bambaşka niyetlerin, sinsi planların örtüsü olduğunu uzun süre görmedik, göremedik." FETÖ denilen sinsi yapının hedefi din devleti kurmak değil miydi? Cumhurbaşkanı da bu yapıyı uzun süre nasıl görmüş? "Aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak." Demek ki hedef aynı, sadece yollar farklı. Her şey ortada değil mi?
07.08.2016'da Cumhurbaşkanı Erdoğan el-Jazeera'nın sorularına cevap veriyor; FETÖ için "devleti ele geçirmeye çalıştılar" diyor ve devam ediyor: "Devleti sıfırdan kuracağız". "Devleti sıfırdan kurma"nın anlamı açık değil mi? Mevcut devlet yıkılacak ki yeniden, sıfırdan kurulsun. Haftalardır gündemi işgal eden Ayhan Oğan'ın, kimin sözlerini tekrar ettiği de ortada değil mi?
Bir de Ömer Dinçer'in sözlerine bakalım. Başbakan Erdoğan'ın, devletin en kritik yerlerine, başbakanlık müsteşarlığına ve Millî Eğitim Bakanlığı'na getirdiği ismin sözlerine. 19-21 Mayıs 1995'te Sivas'ta düzenlenen "21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam" konulu toplantıda Dinçer şunları söylüyor: "Cumhuriyet ilkesi zayıflamış ve işlevini kaybetmiştir... Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha adem-i merkezi, daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu vardır ve artık zamanı gelmiştir."
Bunları niçin yazdım? Basın yayın organlarında sık sık tekrarlanan, birçok yazarın sık sık alıntılayıp yorumladığı bu sözleri niçin tekrar hatırlattım? Çünkü...
Çünkü birçok siyasetçi, birçok aydın, birçok yazar hâlâ işin vahametinin farkında değil. Niyetin, ne olduğunun hâlâ farkında değil. Birçok kişi de hedeften vazgeçilmediğinin farkında değil. Atılan bir takım adımları, yapılan bir takım uygulamaları hâlâ varılmak istenen hedeften soyutlayarak yorumluyorlar.
İmam Hatip okullarının önü açılıyorsa, sayısı çoğaltılıyorsa ne var bunda? Liselere, dinle ilgili seçmeli dersler ve Osmanlıca konuluyorsa ne var bunda? Kadın polis ve subaylar başlarını örtebileceklerse ne var bunda? Yakın zamana kadar ABD vatandaşı olan başörtülü bir hanım büyükelçi olarak atanıyorsa ne var bunda? Müftülere nikâh kıyma yetkisi veriliyorsa ne var bunda?
Evet, bunların hepsini tek tek savunabilir, laikliğe aykırı olmayan, normal uygulamalar diye açıklayabilirsiniz. Hatta laik ve seküler Batı ülkelerinden örnekler de verebilirsiniz. Fakat iki ileri bir geri yöntemiyle benzer uygulamaları ısrarla sürdürenlerin hedeflerini unutursanız aldanırsınız. Her şey ortada iken aldanmaya da saflık denir.
Din devleti olursa ne olur, fena mı olur, diye soranları da duyar gibiyim. Yoo, bir şey olmaz; Arabistan gibi, Pakistan gibi, Afganistan gibi olursunuz; farklı farklı yorumlarla İslam'ı bölersiniz o kadar.
Son söz: Din ilahi ve yüce bir kurumdur. Siyaset ve devlet idaresi ise beşerîdir; süfli insanların elinde süfli de olabilmektedir.