'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' / Mehmet Alkanalka

'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' / Mehmet Alkanalka

Mehmet Alkanalka yazdı: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”

Eski Genelkurmay Başkanı ve AKP Kayseri milletvekili Hulusi Akar’ın, eğitimin amacının bilgi değil 'Allah korkusu ve kuldan utanmak' olduğunu ve devamında "Ateistle mi, deistle mi, LGBT ile mi uğraşacaksınız?" ifadelerini kullandığı basına yansıdı. Açıklamalar 15 Temmuz’un Genelkurmay Başkanı tarafından yapıldığı için kamuoyu bu konuşmalara çeşitli anlamlar yükledi. Aslında birbirinden farklı birçok farklı konu emekli bir orgeneral tarafından ifade edildiği için Arap saçına dönen konu hakkında değerlendirmeyi tarihi ve kültürel mirasımızdan faydalanarak yapmanın yararlı olduğunu düşünüyorum.

Kutadgu Bilig’de bilgi/bilig 500’den fazla kez kullanılmıştır ve bilgi ile bazı sözler bilginin amacını ortaya koyması açısından anlamlıdr;

“Kitabın adını Kutadgu Bilig koydum; okuyana kutlu olsun ve elinden tutsun- kitâb atı urdum kutadğu bilig / kutadsu okığlıka tutsu elig”.

“İnsanoğlu bu ikisi (bilgi ve akıl) ile yükselmiştir; doğruluk yolunda bu iki şey ile amacına ulaşır- bu iki bile boldı yalñuk uluğ / bu ikin oñarur könilik yoluğ”.

“Hazinen çok, adamların ve askerlerin var; her türlü işe rehber olan bilgi ve akla sahipsin- “hazîne telim bar er at sü üküş / kamuğ işke yolçı bilig bar ukuş”. Bu beyit aslında Osmanlı Padişahı Üçüncü Mustafa’nın unuttuğu/ihmal ettiği ve Prusya Kralı tarafından kendisine hatırlatılan üç müneccimle oldukça benzer ifadeler taşıması bakımından da değerli ve anlamlıdır. Kamuoyu ile bu benzerlik ilk defa bu not ile paylaşılmaktadır.

Osmanlı Padişahı Üçüncü Mustafa, Prusya’ya gönderdiği Elçi Resmi Ahmed Efendi’ aracılığıyla, Prusya Kralından üç kuvvetli müneccim göndermesini istemişti. Prusya Kralı Büyük Frederick’ten ibretlik cevabında: Benim kullandığım üç müneccimden birincisi tarihten ve geçen tecrübelerden istifade, ikincisi iyi talim görmüş ve yetiştirilmiş kuvvetli bir ordu, üçüncüsü de dolu bir devlet hazinesidir."

Bu üç müneccimden tarihi tecrübeler ışığında bazı kısa hatırlatmalar yapmak istiyorum:

Aristo: Bilginin amacının bilgi değil, eylem olduğunu söylemiştir. Buradan bilginin hem uzmanlık hem teknolojik boyutlarının olduğunu çıkarabiliriz.

Hz. Muhammed bir hadisinde: "İlim Çin'de bile olsa gidiniz" demiştir. Bu hadisten ilimin ve bilginin farklı ve dinamik bir boyutu olduğu anlaşılmaktadır.

Osmanlı-Memluk Savaşı sonrası esir Memluk Sultanı Kayıtbay, Yavuz Sultan Selim’in huzuruna geldiğinde Yavuz sorar:

-Söyle bakalım Kayıtbay cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?

-Cesaretim ve kahramanlığım hala var ey Sultan, bize ne yaptıysa ordunuzdaki TOPLAR yaptı. Bize top satmak istediklerinde, Peygamberimizin “Ok ve kılıç kullanın” emrine aykırıdır diye satın almadık.

-"Din kaidelerine böyle bağlı idiniz de, Allah’ın “Düşmanın silahına aynı silahla karşılık veriniz.” emrine neden uymadınız!

Bu da bizi 21. Yüzyılın modern harp silah ve araçları ile bunları kullanabilecek nitelikli personel ve bunları sevk ve idare edebilecek lider kadrosuna çıkartır. Yani ikinci müneccim…

Kuvvetli bir ordu derken, 15 Temmuza giden süreçle ilgili yine birinci müneccimden faydalanmak gerekirse sahte Mehdi iddiası ile ortaya çıkan Mezdek ve Hükümdar Kubat’ın Siyasetname’de yer alan hikayesinden bahsetmemek olmaz.

“Mezdek’in Zuhuru… Esasında Mecusilerin dinini tahrif edip dünyada yeni bir akım başlatmak niyetinde olan bu herif ilm-i nücuma vakıf olduğundan ötürü yıldız ve gezegenlerin hareketlerinden kendi devrinde birisinin çıkacağını; Mecusilerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların dinini geçersiz kılacağını öne sürdü. Düşüncelerini sahte mucizeler, yalanlar ve zorbalıkla halka kabul ettirip kıyamete kadar sürecek bir din ortaya koyacak kişinin kendisi olduğuna heves ederek halka tebliğde bulunup bu yeni dini temellendirmenin derdine düştü. Bütün büyüklerin nezdinde itibarının ve mükemmel bir payesinin olduğunu görünce kendisini bu iş için pek uygun buldu…

Nihayet (hükûmdarın-Kûbad) Mezdek’e imanı perçinleştikten sonra ona ALTINDAN bir Kürsü ihsan ederek saraydaki tahtının yakınına kondurmalarını emretti. Divan kurulduğunda Kubâd tahtında, Mezdek altın kürsüsüne kurulmaktaydı. Çok zaman Melik Kûbad’dan daha üstteydi; halkın bir kısmı şahın teveccühünden, bir kısmı Mezdek’e olan muhabbetinden ötürü, bir kısmı da hükümdarlarla ters düşmemek için Mezdek’in mezhebine katılmaktaydı. Halk ücra vilayetlerden ve küçük kasabalardan gelerek alenen yahut gizliden ona iman etmekteydi. Ordunun önde gelenleri Kûbad’a uymuş olmak için Mezdek’in davetine icabet etmiş gibi yapıyorlardı…

…Mezdek’e gelince, onu öldürmek çok kolaydır lakin kök salmış kılıç sayısı çok fazlasıyla artmıştır. Eğer Mezdek’i katledersek ona tabi olanlar firar edip dünyanın dört bir tarafına dağılarak müstahkem dağlara çekilecekler ve insanları dinlerine davet edecekler. Böylece her zaman bizim için sıkıntı yaratacaklardır. Hepsini ortadan kaldıracak, tekine bile kaçma fırsatı tanımayacak bir yol düşünmeliyiz…”

…Alimlerle hareket etmenin ne demek olduğunu gördün mü? İmdi sana uygun olan şey, HALK ve ORDUN huzura kavuşana kadar bir müddet evine çekilmendir. Zira bu FESAT senin yol yordam bilmezliğinden kaynaklandı. ”[1]

Aynı kıbleye baktıkları için söylemleri söz konusu trajedilere neden olduktan sonra bir anlam da taşımayacaktır. Kur’an’da Hadid Suresinde yer alan: “Kendilerinin icat ettikleri ruhbanlığa gelince, biz onlara bunu emretmemiştik; sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapmışlardı, ama buna hakkıyla riayet etmediler.” ayetinde ruhbanlık sınıfının Allah’ın buyruğu olmadığı ve “kendilerinin icat ettiği” ifadesinin de dini bir inşa olduğu ifade edilebilir.

Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK: "Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir. Yalnız ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve zamanla takip etmek gerekir" ifadelerini kullanmıştır.

[1] Siyasetname, Nizamülmülk, İş Bankası Yayınları s.271-292