Hayatı yolda bulmak...

Hayatı yolda bulmak...

Geçenlerde Beyoğlu'nda yüksek apartmanların arasında daracık bir sokakta çayımı yudumluyordum. Yapacak daha iyi bir işim yokmuş gibi, geçmiş resmi geçit yapmaya başladı sanki gözlerimin önünden bir anda...

Türkiye'nin en çalkantılı dönemlerinde yüksek öğrenim yapmaya çalışmışız, kelle koltukta. Sonra 12 Eylülcüler gelip memlekette düşünen, ülke için dertlenen kim varsa üzerinden silindir gibi geçtiler. Sürgünler, işkenceler, örselenen ruhlar, tarumar edilen hayatlar, ölümler ve sert bir yenilgi... Netameli dönemde yapılan askerlik. Sonra evlilikler. Çocuk vaziyetleri. Aşama aşama eski insan ilişkilerinin tarihe karışması, değerlerin aşınıp değişmesi. Zamanla ideolojilerin kısırlaşması. Paranın en değerli şey haline gelmesi ve ona ulaşmak için artık her yolun mübah sayılması. 90'lı yılların kaos ortamları. Post-modern darbeler, ayak oyunları, aydın cinayetleri, bankaların, hazinenin soyulma zamanları. Ve daha sonra muhafazakar bir partinin iktidara gelişi. Bir kez daha değerlerin farklılaşması, bazıların öne çıkması, diğerlerinin ise darbelenerek geri plana itilmesi. Ülkede medyadan sanata her şeyin değişiyor olması. 35 yılın verildiği yıpratıcı bir mesleğin itibarının yerlere düşmesi. Yeni değerlerin ortaya çıkması. Yine aydın cinayetleri. Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları derken devletin alt üst edilmesi. Yargı, emniyet, ordu, üniversitelerin perişan halleri. Ve bir darbe girişimi daha... Ve bütün bunlara tanıklık ederken; birinci dereceden etkilenerek akıl sağlığını korumaya çalışan bir fani olarak, Beyoğlu'nda çayını yutkunarak yudumlamaya çalışan, artık altmışına yaklaşmış ben...

Göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçmiş onca yıl diye söylendim bir ara. Ve sanki geçerken yolda bulunmuş gibi, bir hayata içeriden ve dışarıdan edilen onca eziyet diye devam ettim...

***

BEYEFENDİ

Nerede o eski yalanlar!

O tanıdık birisi. Hatta onu iyi tanıdığımı bilir kendileri diye öfkeyle söylendi Beyefendi. Yahu, adam çift kuyruklu yalan söylüyor. Bunu kendisi de iyi biliyor, benim de onun söylediğinin çift kuyruklu olduğunu bildiğimi adı gibi biliyor! Ama bana mısın demiyor yine de. Efendiliği bozmamak için büyük çaba harcıyor adamı dinlerken. Başka zaman olsa bir bahaneyle kaçıp gidebilirdi adamın karşısından. Ama merak da etmedi değil, bu yalan furyasının sonu nereye varacak diye. Dinledi. Adam son noktayı koydu ve eyvallah deyip çıkıp gitti mekandan...

Bir zamanlar ne kadar da masumdu bu adam diye söylendi içinden Beyefendi hüzünle. Onu tandığı ilk yıllara döndü. Taşradan gelme ahlaklı bir delikanlıydı. Bırakın yalanı, yanlış bir şey söylerim korkusuyla sözcükleri aşırı titiz kullanmaya çaba harcıyordu. En küçük yanlış yaptığında yanakları kızarır, kaçırırdı iri kara gözlerini. Tedirgin olur, elini ayağını nereye koyacağını şaşırır, bacağını otomatikman sallamaya başlardı. Terlerdi. Soluk alışverişi hızlanırdı. Elleriyle saçlarını karıştırır, yan gözle varsa eğer mekanda bir ayna, görmek isterdi kendini çaktırmadan. O zaman da arada bir yalan söylediği olurdu, ama bu hemen her erkeğin attığı küçük palavralardan öteye geçmezdi ve çoğu zaman da zararsızdı. Küçük hileler, beyaz yalanlar, hergeleliklerin karışımı gibi bir şey... Ve utanma duygusunu taşıyordu omuzlarında. Vicdanı gardiyan gibiydi söylediği küçük yalanın başında. Gereçeğin hemen yanıbaşındaydı yeri.

Ama artık durum vahim dedi gidenin ardından bakarken. O eski masumiyet buharlaşmış. Utanmak yok artık. Yüzün kızarması tarihte takıp kalmış. Günümüzün yalanı artık gözümün içine baka baka ve de utanmazca söyleniyor... Ve bu sanatı icra eden fani sayısı o kadar çok ki...

***

İŞTE O KADAR

Aşk, utanma ve çekinmenin olmadığı yere giremez.

***

OKUYUNUZ

"O gün yeryüzünde kimse uyuyamadı.

Hemen hemen hiç kimse..."

Adrian Barnes, "Uyuyamayanlar" ile insanın bilinçdışına mercek tutan, gerilimin bir saniye bile düşmediği eşsiz bir kurgu ile çıkmış okurun karşısına. Barnes uyuyamayan insanlar fikrini kişisel ve sosyal bir faciayı keşfetmek için kullanıyor eserde...