Havalar
Bugün seçim yasakları var. Siyasetten ve partilerden bahsetmek yasak. İyisi mi havalardan bahsedelim.
Bu yıl havalar nedense hep karanlık ve kapalı. Ne bahar geldi ne yaz. Mavi bir gökyüzü görmeye hasret kaldık. Başımızı kaldırınca kara bulutlarla karşılaşıyoruz. Bulutlar alçalıyor, alçalıyor, âdeta üzerimize çöküyor. Bazen de kara, kapkara yağmurlarını bırakıyorlar üzerimize. Yağmur için eskiler rahmet derlerdi ama o eskilerde kaldı. Son yıllarda ne bulutların ne yağmurların rahmeti var.
Rahmet deyince Tanrı’nın rahmetini hatırlamamak mümkün değil tabii. İşlerimize başlarken hep O’nun rahman ve rahim olduğunu söylüyoruz. Rahman sıfatı bu dünyayla ilgili. Bütün canlıların rızkını verici. Rahim öbür dünyaya ait. Tanrı’nın bağışlayıcılık vasfını anlatıyor.
Tanrı bağışlayıcı olduğunu söylüyor da şu üstümüzdeki kara bulutlar sanki yağmur değil de çamur dolu. Üzerimize çamur boşaltacaklarmış gibi. Hatta boşaltıyorlar. Bazen bir fırtına alıp götürüyor bulutları. Sevinmek istiyoruz; fakat bu defa da fırtına evlerimizin çatılarını uçuruyor.
Pek emin değilim ama rüzgâr ve fırtına galiba televizyon antenlerini de ayarlıyor. Sanki hep bir noktaya çeviriyor antenleri ve hep bize nefret kusan yüzleri çıkarıyor karşımıza. Ah havalar, hiç olmazsa antenlerimizle oynamayın!
Puslu ve karanlık havalar tabii ruhlarımızda bir kasvet yaratıyor. Bunaltılar, bunalımlar insanların yüzlerine yansıyor ve çehreler de kara bulutlar gibi görünüyor. Aslında bütün yüzler, güzel ve yumuşak bir iklime, tatlı ve yumuşak bir havaya hasret. Ama bir türlü gelmedi bahar, bir türlü gelmedi yaz!...
Haziran ayına girdik ya, artık ümidimiz olmalı. Artık kara bulutlar dağılacak, fırtınalar dinecek, gökyüzü açık mavi yüzünü gösterecek, güneş bedenimizi ısıtan ışıklarını gönderecek diye umutlanıyoruz. Mavi gökyüzü ve parlak güneş yüzlerini gösterince insanların da yüzleri gülecek diye umutlanıyoruz. Umutlanmaya hakkımız yok mu?
Acaba diyorum, iklimi değiştirmek bir gün insanların elinde olacak mı? Öyle ayarlasalar ki atmosferi, istedikleri zaman yağmur yağsa, istedikleri zaman güneş açsa. Eski Türk hakanlarının ve kamlarının elinde yada taşı denilen bir taş varmış; onunla istedikleri zaman yağmur, istedikleri zaman kar yağdırırlarmış. Sonra bu taşı kaybetmişler. Belki bir gün yada taşını yeniden buluruz da şu kara bulutları aradan kaldırırız. Bence bulduk aslında ve kara bulutları aradan kaldıracağız.
Havalar değişmeye başladı gibi. Değişti değişecek. Güneş açacak; göğü, havayı ve bedenlerimizi ısıtacak. Ruhlarımızı da ısıtacak elbette. Yüzlerimiz gülecek ve üzerimizdeki nefret bakışları bir daha geri gelmemek üzere yok olacak.
Bulutlar?.. Bulutlar ara sıra gelebilir. Ama kara değil ak bulutlar. Çamur yağdıran değil, rahmet yağdıran bulutlar... Hafifçe ellerimizi kaldıracağız ve sessizce, tevazu ile Yaradan’a şükredeceğiz. Sesimizi kimseye duyurmadan, sesimizle kimseyi rahatsız etmeden “Yaradan” diyeceğiz. Kara bulutların kararttığı kara yüzlerin, kara ağızların “Yaradan” derken, “Bismillah” derken yaptıkları gibi, insanların yüzlerine çarpan, şiddet dolu bir tonla değil, yumuşak ve mahviyetkâr bir sesle “Yaradan” diyeceğiz. Kendimizi Tanrı yerine koyar gibi değil, kul olduğumuzu bilerek “Yaradan” diyeceğiz. İnanıyorum ki mavi gökyüzüne hasret kalmış yüreklerimizin hasreti bitecek. Niye umutlanmayalım ki?