Hatt-ı talan yoktur, sath-ı talan vardır!
Dolandırıcılık tarihimizde üç ismin hatırı sayılı yeri vardır... Birincisi elbette Sülün Osman... Haklı şöhreti onu filmlere ve şarkılara bile konu yapmıştır... İkincisi Selçuk Parsadan... Kendisi üst düzey takılmış, politik ve ideolojik inceliklerden yararlanarak sahasında destan yazmıştır... Üçüncüsü ise Raki’dir... Centilmenliğiyle tanınmış, kendi tabiriyle, garibanlarla işi olmamış, ’kunduzîlerin havuzuna kova daldırmış’tır...
Özellikleri, cin gibi akıllı ve dilbaz olmalarıydı... Gönül istemez miydi, kendilerini UNESCO’nun kültürel mirasına aldıralım ama ’tesis yetersizliği’nden gerçekleşmedi... Meselâ 2013 yılı bütün dünyada ’Sülün Osman Yılı’olarak kutlansaydı fena mı olurdu? Her zaman olduğu gibi öldüklerinde değerlerini anladığımız ve ikisini ahirete gönderdiğimiz bu insanlar kolay yetişmedi... Mektep görmediler ama titiz bir altyapı ve bitmek bilmeyen meslek aşkıyla bu işe atıldılar... Dolandırıcılık tarihine altın harflerle yazıldılar ve gelecek kuşaklara örnek olacak ’büyük hizmetler’e imza attılar...
Her birinin çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi oldu... Sülün Osman stajını Fatih’te tuttuğu evin sahibini dolandırarak yaptı ve başarılarla dolu geçecek meslek hayatına adım attı... Kalfalık döneminde şöhreti yakaladı... Taşradan yeni gelmiş vatandaşlara, tramvaylar, Şehir Hatları vapurları, Galata Köprüsü ve Beyazıt Kulesi gibi kamu mallarını bazen sattı, bazen de önemli bir miktar kapora karşılığında kiraya verdi!.. O artık dillerden dillere dolaşan bir destandı... Ustalık dönemindeki ilk icraatının Dolmabahçe’de demirli 6. Filo’ya ait bir uçak gemisini satmak olduğu bile rivayet edilir... Kendisinden sonra geleceklere ’eserler’iyle ışık tutan ve o kuşakların önünü açmak isteyen Sülün Osman meslekten çekildi ve 1984’te bir otel odasında ölü bulundu... Öldüğünde üzerinden ’kimlik’ çıkmadığı için kimsesizler mezarlığına gömüldü... Zaten onun için yaşamanın da bir anlamı kalmamış, 80’lerden itibaren meslek ’resmiyet’kazanmıştı... Bugün otoyolu satmaya kalksa, saf zannettiği ilk taşralıdan bir araba dayak yerdi... Artık sadece kap-kaç sektörüne girebilirdi, ona da yaşı dolayısıyla çevikliği müsait değildi...
Raki(Güney Zobu), film kahramanı gibiydi... ’Dolandırıcı’ sıfatını asla kabul etmedi, kendisini ’ekonomik mücahit’olarak adlandırdı... Dönemin Başbakanı Demirel’le Amerikan subayı kılığında konuşacak kadar hem rol yeteneği hem de İngilizcesi olan Raki, 1940’ların Moskova Büyükelçisi Şemsettin Zobu’nun oğluydu... Kariyerinde ’satış’fazla yoktur... Boğaziçi Köprüsü’nü ’ucuza kapatıyorum’zanneden uyanıklara bir kaç kere ’ucuz’a sattığı bilinir... Uzmanlık alanı, ’kunduzî’diye nitelediği, döviz bulundurmanın yasak olduğu yıllarda dövizle iş yapanları, yine kendi ifadesiyle ’cemiyetin yüz karaları’nı, ’şerefsiz müptezelleri’tokatlamaktı... Tokatlanan kişi, zaten döviz bulundurmak suçu işlediği için polise gidip şikayet bile edemez, böylece Raki yasadışı yollarla zenginleşmiş olan ’kunduzîlerin havuzuna bir kova daldırmış’olurdu... O da mesleği bıraktı... ’Deniz Feneri’ni duyunca, “Ne Deniz Feneri, bunlar Deniz Ferrari’si, Deniz Ferrari’si” diyerek, sahayı ehline terk ettiği ve su satış istasyonu kurarak meşru bir hayata geçtiği biliniyor...
Ve Selçuk Parsadan... Paravan bir haber ajansı kurdu... Sinema sanatçısı Perihan Savaş’ın adını kullanarak Süleyman Demirel’i, Başbakan Tansu Çiller’i, Celal Doğan’ı ve Adnan Polat’ı dolandırdı... Esas şöhreti ’Kemalistler Derneği’adlı uyduruk dernekle yakaladı... Ustalık döneminde emekli Orgeneral Necdet Öztorun’un sesini taklit ederek Başbakan Çiller’den 5,5 milyar lira istedi... Para, Örtülü Ödenek’ten ertesi gün hesaba aktarıldı...
Dönemin ideolojik şartlarını da çok iyi bilen Selçuk Parsadan’ın müşteri potansiyelini önemli oranda zengin Müslümanlar oluşturuyordu... Rejimin hışmından korkan ’İslâmî’holdingler -ki bunların arasında tanınmış firmalar var- Parsadan’ın gönderdiği Atatürk büst ve posterlerine yüksek meblağlar ödüyorlardı... Bir süre cezaevinde kaldıktan sonra Parsadan da göçtü gitti bu dünyadan ardında izler bırakarak... Yaşasa onun da yapacağı fazla bir şey kalmamıştı... Yeni nesil, yeni metotlarla bu sahayı kapatmıştı... Belki zirve yaptığı dönemde Göktürk uydusu fırlatılmış olsaydı, “Memleketimizin uzaydaki itibarı için uydumuza Atatürk resmi yapıştıracağız’diyerek bir kaç ’Kalvinist Müslüman iş adamı’nı tokatlayabilirdi... Ama bu devirde zordu... Yapsa yapsa kontör dolandırıcılığı yapabilirdi belki... Çünkü artık uçanı kaçanı bir havuzda toplayacak irade vardı... Acaba bu üçü ’tokat konsorsiyumu’kursalardı, bir kamu bankasından kullanılan krediyle bir bina satıp alıp, o binayı bir kamu kuruluşuna kiralayıp, o kira geliriyle krediyi fazlasıyla karşılayıp, kredi bitince o binaya sıfır maliyetle sahip olmayı akıl edebilirler miydi? İşte bunu akıl edemeyecekleri için artık bu ’âlem’de yerleri de olamayacaktı... Bu acımasız rekabet piyasasında onlar, cinlik ve kapasite problemi yaşayacaklar, demode kalacaklardı... O yüzden ikisi zamanında göçtü, diğeri de sahadan çekildi... İsabet oldu... Sülün Osman’ın öldüğünde kimliği yoktu... Şimdiki Sülün Osmanlarda kapı gibi kimlikler var, kapı gibi elhamdülillah!..