Hasan Pulur hakkını helal etmiş midir?
Yegane hazinemizin "an" olduğunu kafamıza vura vura bile öğretemeyen tarihin ibret alalım diye verdiği acı derslerden biri gibiydi Hasan Pulur'un ölüm haberi.
En azından benim için.
Arzu edileni, niyetine girileni "ertelememek gerektiğini" -muhtemelen ilk fırsatta yine unutmak üzere(!)- geç hatırladığıma hayıflandım yine.
Kalemlerimizle tanıştık, telefonda defalarca konuştuk Hasan Pulur'la, "ben çıkamıyorum ama sen eve gel" dedi her seferinde;
Ne istiyorsan sor, anlatayım...
Olmadı, günlük hengame içinde bir türlü getiremedim sırayı; halbuki rutine bu kadar mahkûm etmeseydim o buluşma kim bilir ne çok zenginleştirecekti beni, mesajları, aktaracağı tecrübe aracılığıyla sizi...
Çok iyi tanıdığım ama tanışmadığım bir "büyüğüme" sözümü tutamamanın, evet, evet telefonda mesafeleri aşan samimiyetiyle öyle benimsediğim bir "usta"yla fırsatım varken anılar biriktirememenin pişmanlığı var şimdi yüreğimde...
Bana hem ders, hem geçmiş olsun...
Türk basınının başı sağolsun...
Hasan Pulur'un mekanı erken vedalaşmak zorunda kaldığı eşi Meral Hanım ve oğlu Korkut'un yanı, -inşallah- cennet olsun...
***
2007 yılında, eşi Meral Pulur'un ölümünden sonra "Ölümü filan düşünmüyorum, ölmek de istemiyorum. Ama bu ölümden de beter bir hal...
Bazı ağaçlar, fidanlar vardır, asılırsın yere kadar ama kırılmaz. Hayat da öyle işte. Mecbursun yaşamaya..." diyordu Pulur, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a...
Bugün, ardından "Helal olsun" diyenlerin çoğunun gözünün önünden akıp gidecektir muhtemelen bu cümleler...
***
Aradan 3 yıl geçti...
Pulur, 2010'da, bu defa oğlu Korkut'a "zamansız" veda etti.
Kendisinin yıllarca mücadele edip yendiğini sandığı kanser arkadan dolanmış, onun canını alamayınca, canından öte/önce gelenleri, hem eşini hem de oğlunu almıştı sinsice ondan.
Benim hafızamdan hiç silinmeyecek Hasan Pulur cümlelerinden biri; oğlunun ölümüyle ilgili "İyi ki görmedi, ölürdü Meral bu acıdan" deyişiydi; ölmüştü zaten eşi ve bu "yaşarken ölerek" çekeceği işkenceye yeğdi;
Geride bıraktığı bir ebedi yalnızlık bile olsa.
Bugün, ardından "Helal olsun" diyenlerin bir çoğunun gözünün önünden akıp gidecektir muhtemelen bu "aşk"; bir "aşk"ı da toprağa vermenin ağırlığını taşıyamayacaktır belki bugün Pulur'un çoğu dostu...
***
Oğlu Korkut'un "sırayı bozup da babasının önüne geçmesi" üzerine Behçet Necatigil'le seslenmişti:
"Bıkmışım ölümlerden
Ölmeyin benden önce.'
(...) Önce babamız, sonra anamız, sonra elli yıllık eşimiz ve sonunda da elli üç yıllık oğlumuz...
Fethi Naci isyan eder:
"Acıyı yaşadım ben, yalnızlığı ve sevgisizliği...
Bir ölüm kaldı, o da umurumda değil, ölüm yaşanmıyor ki!"
Ama evlat acısı yaşanıyor, kurşun gibi delip geçmiyor, yüreğinizde yerleşik, tek çare ölüm..."
Bugün, ardından "Helal olsun" diyenlerin çoğunun gözünün önünden akıp gidecektir, muhtemelen bir kere daha kurşun gibi delip geçecektir bu sözler...
***
Bense...
Hasan Pulur'un "Helal olsun"unu merak ediyorum;
Dedi mi?
Benim gözümün önünden yukarıdaki bütün o püri pak duygulardan önce "Batsın senin gazeteciliğin" geçiyor bugün...
"Sakıncalı" bulunup da yayınlanmayan o yazıları; bir yazarın okurlarına son mektupları olan o tarihi emanetler geçiyor...
"Meslekte 50 yılını dolduran, hasta, yürüyemeyen bir adamın altından üç kuruşluk arabasının alınması" geçiyor...
-Son 3 ayı geçtim- "Gazetesinin yanındaki hastanede yattığı 15 gün boyunca ziyaretine gitmeyen meslektaşları" geçiyor...
"Yazarını aramaya, anlatmaya, anlaşmaya çalışmaya tenezzül etmeyen Genel Yayın Yönetmeni" geçiyor...
Oysa "Bugün bana yarın sana"; Pulur'un bu ağabey nasihatı geçiyor...
Bugün "40 sene, gazeteye her sabah çıkış mektubunu bekleyerek giden" bir anlamda kanserin neden meslek hastalığımız olduğunu bir cümlede özetleyen bir "gazeteci"...
"Bak, benim adım Hasan Pulur. 80 yaşındayım. 80 yaşında bir kellem var, Sütlüce Mezbahası'na kesip atmam onu..." diyen bir onurlu adam geçiyor gözümün önünden;
Gidiyor, dönmemek üzere...
Ne dersiniz, helal etmiş midir hakkını?
Etmediyse, hakkı!
Ettiyse; onun büyüklüğü, medyanın küçülebilme kabiliyetine asılan bir ayıp madalyası!