Hasan Oraltay
16 yaşında bir çocuk. Henüz serpilmiş. Akranlarından uzun görünüyor. Babası Ali Bek Hakim, oymağın başçısı. Başında tumak, heybetli bir görünüşü var. Hele at üstünde Altay dağlarının zirveleri gibi duruyor. 16 yaşındaki Hasan da onun vârisi olacak. Upuzun boyu ile şimdiden oymak başçısı olmaya aday. Fakat... Fakat birkaç yıllık hürriyetin ardından kara günler başlıyor. Doğu Türkistan, zulmeti yine parçalayamamıştır. Bu defa gelen karanlık, ötekilerden koyu; kopkoyu bir karanlık. Bu defaki zulmetin adı Mao Ze-dung. Ali Bek, karar verir. Artık bu topraklarda durmayacak. Yüzyıllardan beri vatan bildiği, ata mekenini terk edecek. Hürriyete doğru kanat çırpacak. Atalar demiş ki “Er atıyla, kuş kanadıyla.” Onlar da atlarına binip kuş gibi uçacaklar. Uçacaklar ama ne de olsa at bu. Kanatlı tulparlar efsanelerde kaldı. Yol çetin. Yol değil, çöl. Uçsuz bucaksız Taklamakan çölü. Karar karardır; emir emir. Demiri bile keser emir. Çölün damarını eline alıp keser emir. Çölün kumu nice Kazak’ı yuttu. Ama Ali Bek, Hasan, Bilal, Hamza, Şirzat ve daha nice Kazak, sonunda çölü yendiler. Mao’nun kızıl savaşçılarıyla vuruşa vuruşa yollarına devam ettiler. Bu defa önlerinde Himalaya var. Dağ ne kadar yüksek olsa da yol üzerinden aşar. Aşar ama yol da yok. Kar var, buz var. Çölü yenmiş, Kızıl’ı yenmiş Kazaklar, dağı da buzu da yenecekler. Zirvelerde soluksuz kaldılar; şişerek öldüler. On binler, binlere düştü. “Sağ kalanlar bizimdir” deyip aştılar Himalaya doruklarını. Onlar dağcı değil, Kazak idiler; aştılar buzlu zirveleri. Yirminci yüzyılın ortalarında bir destan yarattılar. Keşmir ve Türkiye. Yıl 1954. Salihli’nin Kurtuluş Mahallesi, sanki tarihten kopup gelmiş çekik gözlü Türklerle doldu. Destanı dinlemeye koştu Zeki Velidi Togan, Orhan Türkdoğan. Destanı dinledi ve yazdı Godfrey Lias.
1960’ların başında ben de dinledim destanı. Benim ilk Kazak yüzüm, Hasan Oraltay. 16 yaşındaki çocuk, şimdi 28 yaşında bir genç adamdı. Ben 18 yaşında bir çocuk. İlk kımızımı içtim Salihli’de. İlk “kazı”mı yedim. Ali Bek’ten “Sen tam Türksün” iltifatını kazandım.
Sonra bir sergide küçük bir kitapçık buldum. Büyük Türkçü Mağcan Cumabay. Okudum ateşten şiirlerini. Alıstağı Bawrıma “Uzaktaki Kardeşime” diye yazmıştı taa Altay’dan Anadolu istiklâlcilerine. Mağcan’ı aklımda tuttum. İlk doktora talebelerimden birine doktora tezi olarak verdim. Ferhat Tamir’in kitabı
böyle çıktı.
İzmirli yıllarımda Hasan Oraltay var. Hüsamettin Gülcür, Kemal Fedai Coşkuner, Mesut Kahratlı, Halil Tireli, Ruhi Cebeci, Özer Hiçyılmaz var. Büyük Türkeli dergisini çıkaran Oraltay. İlk yazımı orada yazdım. Hasan Oraltay, Bulgaristan’dan gelmiş güzel insan Hatice Hanım ile evlendi. İlk ve tek hocalık görevimi yaptım; nikâhlarını kıydım.
Sonra her birimiz bir yana savrulduk. Hasan Münih’e gitti, ben Erzurum’a. Yirmi yıldan fazla Azatlık Radyosu’nu Hasan idare etti. Tutsak eldaşlarına hür dünyanın haberlerini uçurdu.
Oraltay ve Ercilasun ailesi, bir gün Münih’ten bir Mercedes’e bindi. Ver elini Viyana. Mehter marşları eşliğinde Viyana’ya girdik. Doğudan değil, batıdan girmiştik ama olsun! Ailelerimiz kaynaştı, çocuklarımız kaynaştı; Kıpçak, Oğuz kaynaştı.
İlk Kazak metinlerini Hasan Oraltay’la Münih’te okudum; ilk Kazakça dersimi ondan aldım. Alaş Orda hükûmetini, Ahmet Baytursunoğlu’nu ondan öğrendim. O, yalnız bana değil, belki de Türkiye’de pek çok insana Kazaklar hakkında ilk fikri, ilk imgeyi veren insan oldu. Fakat şimdi aramızda değil. Ana vatanından uzakta, fakat yeni ana vatanında, Salihli’de, babası Ali Bek Hakim’in yanına gömüldü. Hizmetlerini ben unutmadım; Kazaklar unutmadı, unutmayacak. Yüce Tanrıdan Koca Kazak’a rahmetler dilerim.