Hani o polis cinayetleri adlî vak'aydı?
Hafta başında ajanslara bir haber düştü: "YDG-H üyesi Y. E., Kobani'de meydana gelen çatışmalarda öldürüldü..."
PKK'lı Y.E,, Dicle Tıp Fakültesi 4. sınıf öğrencisiydi... Türkiye'de arandığı için Kuzey Suriye'ye kaçmıştı... Geçtiğimiz Ağustos'ta Diyarbakır'da bir gün arayla gerçekleşen iki polis cinayetinden sorumluydu ve ölüm haberinden sonra noktayı Diyarbakır Valisi koydu: "Geçtiğimiz yıl şehit edilen polis memurları Ali Kızıloğlu ve Osman Bal'ın katil zanlısı Y.E. Kobani'de öldürülmüştür..."
*****
Şimdi geçtiğimiz yıla dönelim... 26 Ağustos... Diyarbakır Kayapınar ilçesi... Huzurevleri semti... Sur İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde görevli Adana Kozanlı nüfusuna kayıtlı, evli üç çocuklu polis memuru Osman Bal aracından indiğinde saldırıya uğradı... Kurşun yağmuruna tutulan Bal, kaldığı apartmanın sokağında şehit oldu...
Takip eden akşam... Saat 21.00 civarı... Yine Diyarbakır Kayapınar ilçesi... Peyas Mahallesi Mavikent Sitesi... İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli Ali Kızıloğlu silahlı saldırı sonucu şehit edildi...
Medya çok üzerinde durmadı, fazla gürültü olmadı... Sonuçta 'barış süreci' vardı ve anaları ağlatacak provokatif yayınlar yapılmamalıydı!.. O polislerin analarının, eşlerinin ve çocuklarının gözyaşları da gözyaşı sayılmazdı!..
Hatta olayı biraz da 'siyasî' değil, 'adlî' olarak yorumlamak bile doğru olabilirdi 'barışın selameti' adına... Çünkü 'siyasî' olursa PKK, zan altında kalırdı ki, bu da yalanlarla bezenmiş sürece zarar verebilirdi!..
İlk polis cinayetinden sonra Emniyet Müdürü olayın 'karışılan bir kavga sonucu' gerçekleşmiş olabileceğini, terör bağlantısı bulunmadığını söylemiş ancak ikinci polis cinayetinden sonra 'terörist saldırı ihtimali' üzerinde durduklarını söylemişti...
Ve 'çözüm süreci'nin en ateşli savunucularından ve uygulayıcılarından Efkan Ala... Kendisine Diyarbakır'da şehit edilen polisler sorusuna iki gün sonra aynen şöyle cevap veriyor: "Bu konuya dair başsağlığı diliyorum. Valilik bir açıklama yaptı. Bana adlî bir vaka olarak intikal ettirildi..."
Topu topu iki gün içinde olayın 'adlî' olduğu aydınlığa kavuşmuştu!.. Bu konuda Ala, büyük bir hız gösteren İçişleri Bakanı, Lice'deki terörist heykelini aylarca görmemiş, görüldüğünde ise 'fiberglas' diyerek küçültmeye çalışmıştı... Aynı Ala, Diyarbakır-Bingöl yolu yirmi beş gün kapalı kaldıktan sonra da aynı küçültme gayretine girmiş "Bunlar yalandır, dezenformasyondur" şeklinde cevap vermişti... Çünkü ona göre yol sadece birkaç saat kapalı kalmıştı, onun de sebebi TIR'ların anahtarlarının alınmasıydı!..
Adlî vak'a... Dezenformasyon... Fiberglas... Birkaç saat... Bu savunmalar ve önemsizleştirme gayretleri, "Biz içiyoruz" denilerek aslında devlete ve millete içirilen 'baldıran zehri'nin gereğiydi... İşin aslı başka, örtülen ve pazarlanan başkaydı...
***
Diyarbakır'daki cinayetlerin PKK saldırısı olduğunu sorumluların hepsi biliyordu... Cinayette kullanılan silahlardan birisi Peyas mezarlığında bulunmuştu... Parmak izi incelemesinde silahı kullananın kim olduğu belirlenmişti...
İddialara göre teknik takibin gecikmesi sonucu katil elden kaçmıştı... Şimdi öldüğü bildirilen Y.E, Suriye tarafına geçmişti... Böylece bir PKK cinayeti daha halktan gizlenmiş, bugüne kadar koruculara, sivil askerlere ve karakol-baraj çalışanlarına karşı işlenmiş diğer cinayetler gibi başkalaştırılmıştı... Sözün bittiği yerde bunların sözü bitmezdi... Bu defa da "Çözüm sürecine karşı olan provokatörler" edebiyatı, utanmazca devreye sokuluyordu...
Diyarbakır'daki polis cinayetleriyle ilgili 'adlî' deyip, sonra ortaya çıkan gerçek karşısında özür dileyecek namuslu biri var mı diye arayışa çıkmanın anlamı yok elbette!.. Tıpkı "O paraları polis koydu" denilip, daha sonra ilgilisine faiziyle iade edilen paralar konusunda özür dileyecek birini aramak gibi!..