Allah, yarattığı âlemleri düzen içinde işletip dururken, âlemler, yani evren sürüp giderken, gökler ve yer, yerdeki bitkiler, hayvanlar aheng içinde yaşayıp giderken, hepsi yaratıcıyı bizim anlayamadığımız şekilde içten ve sessizce tesbih edip (yücelterek zikredip) dururken, bir de insan denen bir varlığın, kan dökecek, fesat çıkaracak, bitki ve hayvanların ahengini, huzurunu kaçıracak, zarar verecek bir varlığın yaratılmasına ne gerek vardı?
Bunu biz değil, melekler soruyor.
Allah, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Melekler, biz seni hamd ile (övme ile) yüceltip dururken, orada fesat çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın, dediler. Allah, ben sizin bilmediğinizi bilirim, dedi"(Bakara-30).
Meleklerin Allah''a soru sorması, daha önceden tecrübeleri varmış gibi "yine mi" dercesine davrandıkları, yahut tahmin mi ettikleri, yoksa Allah''ın bunlara, olacakları ortaya koymak için mi söylettiği v.b. yorumlar, ayrı bir bilgi ve müzakere konusu olup, şu anda konumuzu doğrudan ilgilendirmiyor. Konumuz, siyasî alana kaynaklık ettiğine inanılan "halife"nin ne anlama geldiği ve insanın Allah''ın halifesi olup olamayacağı meselesidir.
Sözlük anlamı, sonradan gelen, ardından gelen demek olan halifeye, Allah''tan sonra gelen, Allah''ın ardından gelen, O''nun yerine geçen anlamı vermek mümkün görünmüyor. İnsan, Allah''ın özelliklerini, yetkilerini nasıl taşıyabilir ve kullanabilir? O''nun görme, işitme, bilme sıfatlarının küçük örnekleri bizde var; biz de O''nun gibi hüküm veriyoruz, böyle mi düşünmeliyiz? Fakat O, vasıtasız görür, vasıtasız işitir, vasıtasız ve zaman dışı bilir. Biz ise bunlara vasıtalarla sahibiz. O''nun bilgisi mutlak, bizimki izafî ve vasıtalıdır. Daha başlangıçta kendini şeytana kaptıran, emri dinlemeyen bir varlık nasıl Allah''a halife olabilir. O''nun yerine geçer? Sonra tevbe edip af dilemiştir, affedilmiş ve fakat bulundukları yerden çıkarılmışlardır. Sınava tâbi olarak bu âleme gönderilmişlerdir. Sınava tâbi tutulan bir varlık, mecazen de olsa, Allah''ın yerine geçebilir mi? Nasıl halife ki, başlarken "Hakkı batıla karıştırmış, Hakkı gizlemiştir." Nasıl halife ki, Allah Kur''an''ında onu tanımlarken, "huysuz", "haris", "cimri", "aceleci", "nankör" özelliklerini kullanmıştır. "Kan döker ve fesat çıkarır." "Başına bir kötülük geçince, feryad eder, bir iyiliğe uğrarsa, onu herkesten meneder.","Çok zâlim", "Çok cahildir.", "Yeryüzünde herkesi feda etmek ve böylece kendini korumak ister." ,"Peşin dünyayı sever, ahireti bırakır."
Bütün bu ifadeleri Kur''an, insan için kullanmıştır (Bkz. Enbiya-37; Mearic-19-21; İbrahim-34; İnsan-27; vd.). Dünyayı ahirete tercih eden bir halife? Taşı, kayayı, kendi eliyle yaptığı heykeli, halifeliği bırakıp Allah''ın yerine koyan bir varlık, nasıl O''na vekâlet edebilir? Doğru yolu bulsun diye zaman zaman ona kitap ve elçi gönderiliyor. Yine Kur''an ifadesiyle "zayıf yaratıldığı" için ondan "yükü hafifletmek istemiştir."
Allah kendine bir halife yaratacağını söylememiş, benim halifem dememiştir. Beşer (insan) yaratacağını, bu bütün yaratılmışların ardından gelen, onlardan sonra olan olacaktır, demiştir. Nitekim başka ayetlerde, halife değil, beşer (insan) kelimesi kullanılmıştır (Bkz. Sa''d-71; Hicr-28). Ancak ortada bir halife kavramı var. Kimin? Kimin ardından gelen? İnsan en son yaratıldığına göre, kendinden önce bütün yaratılmış varlıkların halifesidir. Ağacın, otun, kurdun kuşun, güneşin, ayın halifesidir. Onların ardından gelmiştir. Hepsinin halifesidir. Yoksa Allah, hiçbir şeye karışmayarak, evrende yerini artık bir yetkiliye bırakmış olamaz. Allah, sürekli olarak, her ân yaratır, emreder (iş görür), "her ân bir iştedir." Değiştirir, yeniler, var eder, yok eder. Her şeye o şeyden daha yakındır. Yapan bilir ve bilen, bunları yapan, herşeye ondan daha yakın olan bir varlığın, ortağa, vekile ihtiyacı olur mu? Ne selefi vardır O''nun, ne halefi.
Bu konu üzerinde neden bu kadar durduk?
Siyasi anlamda kullandığımız kutsal (!) halife kavramının dayandırılmak istendiği birinci anlayış yanlışlığı bu olduğu için, ikincisi de Hz. Peygamber''in vefatından sonra, toplumun yönetimini üzerine alan insanların, Peygamber''in vekili, halefi (ondan sonra gelip onun yerine geçeni) olmaları anlayışı. Bu da ikincisi kadar yanlış bir algıdır. Ben nasıl peygamberin halifesi olabilirim diye bu meselenin üzerine gidip, inananların emiri deyin bana diyen Hz. Ömer, bir gün hutbeye çıktığında şöyle demiştir: Ben de bir eğrilik görürseniz ne yaparsınız? Biri ayağa kalkıp, seni kılıçlarımızla düzeltiriz, demiştir. Kızmak şöyle dursun, Hz. Ömer, Ömer kulunu düzeltecek birileri var diye Allah''a şükretmiştir.
Kutsal, sınırsız yetkili bir halife anlayışı, İslam''da yoktur. Bir toplumun, milli değerlerini temsil etmesi gereken, kanunlara ve adalete uygun iş görüp insanlık değerlerine de uyan, bir yönetici ve danıştığı insanlar ve kurumlar vardır. Bu yöneticinin adı, o toplumun kültürü ve geleneklerine bağlı bulunarak ve yeniliklere de açık olarak, han, hakan, şah, şehinşah, padişah, başkan, cumhurbaşkanı olur. Bunun İslam''a da, toplumun gelişmesine de uygun olanı, seçimle bu göreve gelmesidir. Bu şartları taşıyorsa, böyle birine halife deseniz de ne farkeder? Şu muhakkak ki; yeryüzünde, mecazen de olsa Allah''ın gölgesi, vekili olamaz.
Birçok konuda olduğu gibi, siyasi, idari konuda da yanlış dinî anlayışlarımızı düzeltmek zamanı, hâla gelmedi mi?