İşte Aygün canlı yayında yaptığı açıklamalardan satırbaşları:
"Samsun''daki menfur saldırıyı biliyorsunuz... Türkiye''nin en meşhur Atatürk heykelidir, o heykel... Samsun''un da gururudur... Atatürk''ün 19 Mayıs 1919''da Samsun''a çıkıp, Kurtuluş Savaşını başlatmasını simgeler... Eğitim hayatımın uzunca bir bölümü Samsun''da geçtiğinden, binlerce kez önünden geçtiğim, her geçişimde de Atamızla göz göze gelmekten mutluluk duyduğum bir heykeldir...
Çocukken aklımda kalanlardan biliyorum... ''''Dünyadaki, altındaki kaideye minumum tutunarak, ayakta duran üçüncü heykel'''' denirdi... Gerçekten de, şahlanmış atın iki ayağı ve de kuyruğundan kaideye tutunur... Enteresan bir denge hesabı vardır... Samsun’un simgesi sayılan bronz Atatürk heykeli, Samsun halkı tarafından Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel''e yaptırıldı. Heykeldeki Atatürk''ün ölçüleri de gerçeğine uygundur... Avusturyalı heykeltraş, Atatürk''ü Ankara''da da ziyaret edip, çizimlerini Atatürk''le çalışarak hazırlamıştır...
Anıt, Mustafa Kemal''in Samsun''a çıktığı iskelenin hemen yukarısına dikilmesine rağmen, zamanla denizin doldurulması nedeniyle günümüzde sahil şeridinin uzağında kalmıştır.. Kurtuluş Savaşı''nın başladığı noktadır, o heykelin durduğu nokta!.... Heykel, bir Alman vapuruyla 1931''de Samsun’a getirildi. O gündür bugündür de Samsun''un gururu olarak, dimdik yerinde durdu... Ve o heykel, bir grup meczup tarafından halatlarla çekilerek, devrilmeye çalışıldı... Olayı duyan, Samsun halkı dün geceden itibaren Ata''sının heykeli etrafında nöbet tutmaya başladı....
Yıllarca Atatürk''ün heykellerini ''''put'''' olarak gören zihniyetin, saldırısıdır bu saldırı... Resime, heykele, ''''şeytan işi'''' diye bakanların saldırısıdır bu saldırı...
Tam 90 sene sonra, Atatürk''ün Türkiye''deki en önemli heykeline yapılan bu saldırıyı nasıl okumalıyız? Bu cüreti nereden buluyorlar?...
Nereden buluyorlar biliyor musunuz?.. Atatürk''ün yönü Batı''ya çevirdiği Türkiye Cumhuriyeti''nde sona gelindiğini düşünüyorlar... 100 yıllık bir rövanşı almak üzere olduklarını sanıyorlar... Kaba kuvvetle Atatürk Türkiye''sini sona erdirip, yepyeni bir döneme başlayacaklarını düşünüyorlar...
Ve ''''yepyeni sandıkları'''' o dönem, aslında ''''bayatlamış geçmiş''''ten ibaret... ''''Türkiye bir Avrupa ülkesi değil, Ortadoğu ülkesi olsun'''' isteyen bir zihniyetle karşı karşıyayız...
Ve Atatürk heykeline yönelik saldırının gerçekleştiği bugünlerde, ne tesadüftür ki, inanılmaz bir yol ayrımına geldik: Türkiye bir Avrupa ülkesi mi olacak, Ortadoğu ülkesi mi?
Balık bir kere baştan kokuyor!... Nasıl mı?...
AİHM ve sonrasında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi''nin art arda aldığı kararları biliyorsunuz...
Özetle, ''''Osman Kavala''yı serbest bırakmazsanız, Avrupa''dan koparırız sizi'''' diyorlar...
Cumhurbaşkanı Erdoğan da çok net bir şekilde dikleniyor... ''''Siz, bizim Kavala''yı hapiste tutan, Demirtaş''ı hapiste tutan mahkemelerimizin kararlarını tanımazsanız, biz de sizin mahkemenizin kararını tanımayız'''' diyor...
Tam bir restleşme!
İyi de Avrupa''daki mahkemenin varlık nedeni, ülkelerin iç hukuklarıyla aldığı kararları tanımak değil ki; tam tersine, evrensel hukuğa, Avrupa hukuğuna, imza attığımız anlaşmalara uygun olup olmadığına bakmak! Aksi olsa, Avrupa mahkemesine ne gerek var?
Türkiye''nin Tanzimattan bu yana sürdürdüğü ''''Batılılaşma'''' çabalarında ''''çok kritik bir noktaya'''' gelmiş durumdayız!... Artık, ''''tamam mı, devam mı'''' noktasındayız...
İlk öğrenim yıllarında öğrendiğimiz, ''''Tanzimat Fermanının ilanı'''', çoğumuz tarafından, ki buna ben de dahilim, fazla kaale alınmamıştır... Sıkıcı bir ders konusu gibi gelmiştir. Dersi alırken, anlamını çok da hissetmemişizdir..
Çünkü bir demokrasi ülkesinde,,, Batılılaşma çabasındaki ülkede doğduk... ''''Hazırda bulduğumuz yaşadığımız ortamın'''' gerisine düşmek, aklımızın ucundan bile geçmedi... ''''Ders kitaplarındaki Tanzimat Fermanı'''' çoğumuza olduğu gibi, vallahi bana da geçmişteki bir ''''masal'''' gibi geldi...
Şimdi geldiğimiz noktada o ''''eski masal'''' bir anda yepyeni bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıverdi...
O yüzden ilkokul kitaplarındaki bilgiyi anımsamakta fayda var...
Tanzimat Fermanı, Türk tarihinde Batılılaşmanın ilk somut adımıdır. 3 Kasım 1839''da Sultan Abdülmecid döneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından okunmuştur.
Ne vardı Tanzimat Fermanı''nda biliyor musunuz?... Bir kaç maddesini size özetleyeyim:
-Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliği sağlanacak.
-Yargılamada açıklık sağlanacak. Hiç kimse yargılanmadan idam edilemeyecek (Ki bu madde, Hukuk devleti özelliğini yansıtır.)
-Rüşvet ortadan kaldırılacak.
Bugünkü taleplerimize ne kadar benziyor değil mi!... Az gitmiş uz gitmiş, gide gide bir arşın yol gitmişiz!...
Tanzimat Fermanı''ndaki bugün de ihtiyacını duyduğumuz maddeler, Tanzimat Dönemi olarak anılan dönemde de tam hayata geçirilemedi.... Sonrasında Batılılaşma çabaları, 1908''de Meşrutiyet''in ilanı, Abdülhamid tarafından Kânûn-ı Esâsî''nın yeniden yürürlüğe konmasıyla bir başka evreye girdi.... 1909 ve 1911''de ise değiştirilerek parlamenter sisteme uygun hale getirildi.
Samsun''da devrilmek istenen Atatürk heykelinin bulunduğu noktadan başlayan Kurtuluş Savaşı ve sonrasında, Türkiye''nin ''''cumhuriyet rejimi''''ne, sonrasında da serbest seçimlere geçmesiyle süreç sürdü... Yaşadığımız bu yıllara kadar da, aksaklıklarla devam etti.. Avrupa Birliği''ne girme hedefiyle yolumuza devam ettik...
Ancak kavga hiç bitmedi... ''''Laik cumhuriyet''''ten haz etmeyenler, Atatürk ve arkadaşlarına, hep ''''bizi İslam dünyasından koparıp, gavurlaştırıyorlar'''' gözüyle baktı... Bugün Samsun''daki heykele yönelik saldırının anlamı da budur!...
Çocuğun adını doğru koyalım; bugün ''''AKP''nin Türkiye''nin Avrupa yolunu tıkamasıyla'''' geldiğimiz nokta, ''''Türkiye bir Avrupa ülkesi mi olacak, yoksa Ortadoğu ülkesi mi olacak'''' noktasıdır...
Bu bizim arkadaşların kafası, Ortadoğu''da kalmış bir kere... Dikkat ederseniz, iktidara geldikleri ve güç kazandıkları andan itibaren, yüzlerini Arap ülkelerine çevirdiler...
Oysa biz bu hikayenin benzerini Sovyetler yıkıldığında yaşadık... Yıllarca ''''Turan hayalleri''''yle özlediğimiz, Sovyetler Birliği coğrafyasındaki ''''Türki cumhuriyetler'''' artık ulaşılabilir haldeydi.. Ama Azerbaycan dışında ''''Türk ülküsü'''' olan pek yoktu... ''''Turancılık'''' pek oralara uğramamış, ya da Sovyet döneminde tüm izleri silinmişti....
Öyle, bizi oralarda bağrına basıp, ''''hadi Türkler, hep beraber olalım'''' diyen bir birliktelik ruhu pek yoktu... Bir kere, daha laikleşmişlerdi, fundamentalist görüştekiler azınlığa düşmüştü... Sadece ''''kardeş-akraba'''' olabilirdik, ''''Turan işleri'''' hayaldi!
Türkiye bu gerçekliği 1990''lı yıllarda yaşadı... Gördük ki; köklerimizin bir kısmıyla ''''bütünleşme hayalleri'''' çok da gerçekçi değildi... ''''Akrabalık bağlarıyla hareket edebilirdik'''' o kadar!
Sonra geldik AKP''li 2000''li yıllara.. Bu kez ''''din kardeşlerimizle bütünleşme peşinde'''' bir iktidarımız vardı... ''''Turancı'''' kesim gibi ''''İslamcı kesim'''' de yüz yıl boyunca hayaller kurmuştu..
AKP, tüm Arap ülkelerinin peşine düştü... Bazı işler karıştırdı... Karıştırdıkça, Suriye ile olduğu gibi, Suudi Arabistan''la olduğu gibi, Mısır''la olduğu gibi işler iyice karıştı.. O, davasına çok inandığımız Filistin''e bile gidemez hale geldik... Elimize kala kala, Suudilerce dışlanmış minicik Katar kaldı...
İslam dünyası bizi çok sevmiyordu... Zaten Osmanlı''da yüzlerce yıl himayemizde oldukları için, bize gıcıklıkları bile vardı... Hepi topu, Türki cumhuriyetlerle olduğu gibi, onlarla da sadece ''''kardeş'''' kalabilirdik... Ama burnumuzu fazla içlerine sokmadan...
Evet dünya değişmişti, ''''emperyal duygularımız'''' artık fasa fisoydu...
Ama Avrupa da bizi tam içine almıyordu.. Ne yapacaktık o zaman?
Avrupa Birliği''ne başından beri şöyle bakmışımdır... Biz Türkler, ne Tanzimat Fermanı''yla, ne de Kanuni Esasi''yle bir türlü demokratikleşmeyi beceremiyoruz... Batı''dan etkilenmeden, Batı rotası çizmeden, bir halt edemiyoruz.. Bu yüzden, Avrupa Birliği hedefine, hukukumuzu-ekonomimizi demokratikleştirmek için mecburi bir ''''motivasyon'''' olarak baktım..
Aslında keşke, sırf ''''belki Avrupa Birliği''ne gireriz'''' diye değil de, hukuk ve demokrasimizi mükemmelleştirmek için gereken adımları ''''kendi istediğimiz için'''' atabilseydik... ''''Avrupa istiyor'''' diye değil; biz isteyerek, kendi başımıza atabilseydik....
Ama olmuyordu bir türlü! Kendi başımıza demokratikleşmeyi beceremedikçe de, ''''aman ne olur ne olmaz Avrupa Birliği hedefinden kopmayalım'''' düşüncesindeydim... Yoksa,,,, Avrupa hayranlığı falan değil; sadece ''''demokratileşme hayranlığı''''ydı benim kafada yatan...
Ama şimdi geldiğimiz noktada, ''''sidik zoruyla'''' da olsa attığımız demokratikleşme adımlarını da atamaz hale geldik... AİHM ve üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi kararlarını uygulamıyoruz bile...
Bu bambaşka bir ''''yol ayrımı''''dır!...
Yaptırımların somut olarak ne olacağını henüz tam bilmiyoruz ama varacağı son noktayı biliyoruz. Avrupa Konseyi Statüsü’nün 8. Maddesi gereğince, hukuk devleti ilkesini ciddi olarak ihlal eden bir devletin, temsil edilme hakları askıya alınabilir ve Bakanlar Komitesi tarafından üyelikten çekilmesi istenebilir. Üye devlet, buna uymazsa, Bakanlar Komitesi ilgili devleti üyelikten çıkarabilir.
Avrupa ile 12 Eylül askeri darbe sürecinde yaşadığımızdan çok daha beter bir kopuş süreci gelebilir.... Gerçi bizim Erdoğan içeriye hep eser gürler de; nerede geri adım atacağını, ama öyle ama böyle, hep bilirdi... Bu sefer ise,,, ''''Kavala ve Demirtaş takıntısı''''ndan vazgeçecek mi, gerçekten bilemiyoruz...
Yeni Adalet Bakanı Bozdağ, ''''iyi hal indirimi'''' gibi bir yasa üzerinde çalışıyor... Belki böyle bir formülle ''''Avrupa''dan kopuş''''tan tüyülebilir... Adı da, ben yapmadım yasa böyle gerektirdi olabilir...
Kavala için geçerli olabilir bu formül ama; peki ya Demirtaş!..
Açıkçası hiçbir siyasal gücü olmayan Kavala''ya niye bu kadar kafa takıldı anlayamıyorum...
Demirtaş''ta ise durum farklı... Kavala cezaevinden ''''efendice'''' açıklamalar yapıyor, ''''iyi halli'''' sayılabilir; ama Demirtaş pek ''''iyi halli'''' görünmüyor. Sürekli AKP''yi ve Erdoğan''ı bombalıyor...
Ama Avrupa ile Kavala süreci, Demirtaş sürecinden daha önde gidiyor... Kavala meselesi çözülürse, Demirtaş meselesinde ''''biraz daha oyalama'''' yapabilirler.. O da nereye kadar!...
''''Bizimkiler'''' Apo''ya ''''iyi hal'''' uygular da, Demirtaş''a uygulamaz gibi görünüyorlar...
Ve o zaman, ver elini Ortadoğu !...
İyi de, Ortadoğu''da da bizi takan yok... Daha doğrusu Ortadoğu ülkeleri, daha da doğrusu Müslüman Müslümanla, başka dinlerle olduğundan daha fazla kavgalı!
Ortadoğu ülkesi olmak demek, sürekli savaş içinde olmak demek, sürekli istikrarsızlık demek... İlk tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışından bu yana bu manzara, bu gerçek hiç değişmedi!
Yani ''''Ortadoğu ülkesi olmak'''' demek, ''''Ortadoğu batağının içine sürüklenmek'''' demek...,
Bakınız bu ülkeyi kuranlar, en başta, Samsun''da o haysiyetsizlerin heykelini devirmeye çalıştıkları Atatürk gelmek üzere, Ortadoğu cehennemini 1. Dünya Savaşı''nda yaşadılar... Arap ülkelerinin bizi nasıl sırtımızdan bıçakladığını gördüler... İslam coğrafyasının nasıl emperyalist güçlerin oyuncağı olduğunu gördüler... Modern Türkiye, Ortadoğu kaosundan kaçmak için yüzünü iyice Batı''ya döndü...
Boş yere sırtımızı dönmedik Ortadoğu''ya!...
Bugün ''''Biz zaten Ortadoğu ülkesiyiz, yerimiz orası'''' diyenler, hiç yaşamadı Atatürk''ün ve Milli Mücadele kahramanlarının yaşadıklarını... Günümüzde ''''maceralı işlere'''' girip, biraz Irak ve Suriye bataklarını yaşadılar, ama hala akıllanmadılar... Ya da, ''''kabullenmeyi gururlarına yediremiyorlar'''' diyelim...
Ne komik değil mi? Sorsan, herkes Avrupa''dan nefret ediyor, Ortadoğu''ya ''''din kardeşiyiz'''' diye bakıyor... Ama tüm Ortadoğu''daki müslüman ülkelerin vatandaşları gibi, artık Türklerin de ezici çoğunluğu ''''yurtdışına kaçmaya'''' bakıyor..
Tepemizdekiler ''''Avrupa''DAN kaçmaya'''' çalışırken, onlara biat edenler ise ''''Avrupa''YA kaçmaya'''' can atıyor...
Atatürk heykelini devirmeye çalışanlarının ''''aslında kim olduklarını'''' hepimiz çok iyi biliyoruz..."