Haçlı ağzıyla Kur'an düşmanlığı

Türk’ü bu coğrafyadan atmak ve Filistin’de bir İsrail devleti kurmak isteyen Haçlı-Siyon ittifakı ilk sopayı Çanakkale’de yedi.

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya gibi bir ülke, “Pes, teslim oldum!” demesine rağmen, masasında Sevr’i bulan Türk milleti, “Ya istiklal ya ölüm” resti çekti, o yaralı-bereli, o aç ve çıplak ve o iç isyanlarla hançerlenen haliyle İngiliz’inden İtalyan’ına, Fransız’ından Yunan’ına kadar vatanına basan bütün ayakları kırdı, istilâcı bütün pislikleri denize kadar sürdü süpürdü.
Ve bu millet Sevr’i Kur’an’dan aldığı ilhamla yırttı.

Bunu biz söylemiyoruz, bunu, “Hasta Adam” Osmanlı’yı tarihten silmek için varını yoğunu ortaya koyan İngiliz İmparatorluğu’nun Sömürgeler Bakanı Lordlar Kamarası’nda elinde tuttuğu Kur’an’la söylüyor:

“- Bu Kur’an, Türklerin elinde olduğu sürece onlara tam hakim olamayız. Ya Kur’an’ı onların elinden almalı, ya onları bu kutsal kitaplarından soğutmalıyız!”
Atatürk ve Meclis de bütün hücrelerine kadar bunun böyle olduğunu biliyorlardı ki, Mehmet Akif’in, “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” diyerek düğüm attığı şiirini avuçları patlarcasına alkışlayarak ve göz yaşları içerisinde Türk milletinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin İstiklal Marşı olarak kabul ettiler.

Türk’ün bu son zaferi öyle zannedildiği gibi yalnızca Fransız’ın, İtalyan ve İngiliz’in Maraş’tan, Adana’dan, Urfa’dan, Antep ve İstanbul’dan sökülüp atılması ve Yunan’ın denize dökülmesi ile neticelenmedi.
Ya ne oldu?
Ne olduğunu Suat İlhan rakamlarla söylüyor:
“- Atatürk devriminden, yani 1920’den önce, bugün Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar, 25 milyon mil kare idi. 1993’te bu rakam 12,7 milyon mil kareye, yani yarısına düşmüştür. İslâm dünyası ise 1920’de 1.8 milyon mil kare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1993’te İslam dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon mil kareye yükselmiştir.”

Evet, Müslümanlar Atatürk liderliğindeki Türk’ün milli mücadelesini örnek alarak Haçlı-Siyon ittifakını işte bu duruma düşürmüştür.

Öyle olduğu için Batı, Türk ve Müslüman’dan şeytanın sevaptan korktuğu gibi korkar ve bu korku hiç bitmez.

Nitekim, 1534 yılında Viyana’daki St. Stephen Katedrali’nde Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp, çan çalarak haber vermekle görevli bir memuriyet ihdas edilmiş ve bu memuriyet ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisi’nce “Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından bu vazifenin gereği yoktur” denilerek, lağvedilmiş, fakat Batı’nın Türk korkusu, Batı’nın İslâm korkusu kafa ve vicdanlarda çelik çivi gibi çakılı kalmayı sürdürmüştür.

1987 yılında Amerika’da Contemporary Jewish Religious Thought İslâm adı ile yayınlanan makalede şu değerlendirmenin yapıldığı aktarılmıştır:

“Sovyetler Birliği’ne kadar, Hristiyan Batı’ya karşı hiçbir politika, hiçbir ideoloji İslam kadar meydan okumamıştır.(..) İslam, 7. Yüzyılda imparatorluğunu kurmaya başladığı zaman, Avrupa geri kalmış bir kıtadır. İslam’ın kısa sürede Hristiyanlığın Orta Doğu’daki dünyasının büyük bir kısmını silip süpürmesi, Roma kilisesi açısından son derece önem taşıyan Kuzey Afrika üzerinden bir sel gibi geçmiş olması, Hristiyan Batı’da büyük bir korku yaratmıştı. Müslümanların bu parlak zaferini varlıkları için bir tehdit olarak algılayan Avrupa, nihayet gerilikten sıyrılarak kendi uygarlığını kurmaya başladığı zaman bile, İslâm’a karşı olan eski düşmanlığından kurtulamamıştır.”
Onun için PKK’lıları Yunanlı generaller eğitmekte, kamplarda BM mensupları ve ABD askerleri cirit atmakta, onun için AB Türkiye’ye federasyon önermekte ve onun için AB ve ABD Fener Patrikhanesi’ni İstanbul’da ‘devlet içinde devlet’ yapmak amacıyla çırpınmaktadır.
Öyleyse Alevi’sinden Sünni’sine, bürokratından serbest meslek sahibine değin hiçbir Türk evladı İslâm değerleri ve Kur’an’a, Haçlı/Siyon ağzı ile laf söylememeli, bu konuda konuşurken çok ama çok özenli davranmalıdır.
Çünkü onlar onlar, biz biziz...

Yazarın Diğer Yazıları