Hacettepe'den mektup var
Demek ki oluyormuş...
Demek ki medya ve siyaset bir olayı doğru yerden, doğru dille sahiplenince, "sahipsizlik" yerini pekala "dayanışma"ya terk edebiliyor; terk etmek durumunda kalabiliyormuş.
İşte Hacettepe...
Böyle yazınca yanlış anlıyor kimileri; onun için evvela "sahipsizlik" derken kastın, size "mağduriyet"lerini aktardığımız o çocukların aidiyet duydukları ideoloji, teşkilat, kurumlardan muaf olarak "öz vatanında parya"lıklarına atıf olduğunu belirtmek isterim.
Keza, bu manada biz de, bize "ne yani sahip çıkmıyor muyuz" diye sitem edenler de "sahipsiz" bu ülkede aynı derecede.
Başka suça lüzum yok; Türk olmaktan, Türk hissetmekten sebep hepimiz garibiz bu topraklar "öz vatan"ımız olsa bile...
***
Netice:
Geçen hafta hem "dar bir medya çevresinde ama çok geniş biçimde" ve mümkün olan en yüksek perdeden yazılanlar, hem MHP'li milletvekillerinin TBMM'deki tepkileri, hem gönüllü avukatların azmi, hem Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı yönetiminin akil hamleleri akabinde Hacettepe Üniversitesi Yönetimi'nin en azından "rahatsız" olduğunu görebiliyoruz.
Bu süreç bağlamında, dün "dile kolay 36 yılım geçti" diyen eski Hacettepe öğrencisi, idarecisi, hali hazırda mensubu olan okurumuzun mektubunu alınca azami dikkatle okudum yazdıklarını.
Bir dönem yöneticilik yapmış, halen yapmakta olan, yeni yeni görevlere getirilen bir sürü isimle ilgili çok ağır ithamları vardı. "Ben gazeteciyim, iddia der geçerim" deyip paylaşmak da mümkün elbet; lakin insanların itibarlarını, sosyal statülerini, mesleki geleceklerini yerle yeksan edebilecek cümleler kurmadan önce yaşadığımız çağı idrak sorumluluğu var artık kalemlerimizin üzerinde.
"Ben yazayım da doğru değilse yalanlarlar" sorumsuzluğunda yazıp çizebileceğimiz günlerde değiliz.
Çünkü "doğrusu"nu ortaya çıkarmakla yükümlü mekanizmalar da bir siyasi tekelin elinde ve zaten onlardan önce bambaşka, hunhar linç mekanizmaları giriveriyor devreye.
Haftada kaç kez vurguluyorum ben de unuttum;
Vebal, taşınması güç bir yüktür.
Dolayısıyla o mektup üzerine kimseyi hedef göstermeden şu soruları sormak görevim:
- Hacettepe Üniversitesi'nde, geçmişte yolsuzlukları ayyuka çıkmış kimseler bugün yolsuzluğun daniskasını yapabilecekleri makamlara getirilmiş midir?
- Hacettepe Üniversitesi'nde adı "taciz"le özdeşleşen, bu ithamla soruşturma geçiren ve öğrenciler nazarında aklanmamış kimseler ödül gibi atamalarla desteklenmiş midir?
- Hacettepe Üniversitesi'nde "mevzuata aykırı" olmasına rağmen yapılan "usulsüz" atamalar var mıdır?
- Hacettepe Üniversitesi yönetimine "paralel yapıyı temizleme" vaadi doğrultusunda gelen/getirilenler, son tahlilde o yapıyla ittifaka girişmiş midir?
- Hacettepe Üniversitesi'nin döner sermaye havuzunun etrafında bir nepotizm sultanlığı kurulmuş mudur?
Lakin...
Bu soruları sormak kadar mektupta da son birkaç gündür aldığım başka mesajlarda baskın olan şu bakış açısına itiraz da görevim:
Hiçbir akademisyen, kanunlarda belli "suç" kapsamında yer almayan hiçbir eylemi, söylemi, hele ki düşüncesinden ötürü suçlanamaz!
"O da zamanında şunu desteklemişti..."
"O da zaten geziciydi..."
"O da sosyal medya hesabında iktidar aleyhinde paylaşımlarda bulunuyordu..."
Bu öznel yargılardan ibaret ifadelerle kara propaganda da kabul edilebilir değil.
Bulunur...
Akademisyenlerin politik görüşlerini ifade etmeleri suç değil; bu görüşlerin idari kararlarına, müfredata, sınav sorularına, öğrencilere karşı takınılan tavra vs. birilerini mağdur edecek biçimde yansıtılması suç, kusur, hata; neyse...
Bilimin, akademinin "iktidara biat" gibi bir ön şartı bulunmadığına göre her öğretim üyesi muhalif olabilir, kanunla belirlenen sınırlar dahilinde muhalefet edebilir.
Bu vesileyle, yanlış anlaşıldığını ya da birilerinin de işine öylesi geldiği için yanlış anlaştırılmaya çalışıldığını düşündüğüm bir noktayı da aydınlatmış olayım;
Bizim Hacettepe Üniversitesi Rektörü'yle hiçbir derdimiz yok; bu Ali gelmiş, Veli gitmiş aslında Hüseyin olsa ne de güzel olurmuş meselesi değil...
Biz, -en azından ben kendi yazdıklarımın, yazmaya devam edeceklerimin temel çıkış noktasının bu olduğunu söyleyebilirim-; Hacettepe Üniversitesi'nde terör örgütünün aleni hedefi haline gelmiş bir grup öğrencinin "eğitim hakkı"nın korunmasına çalışıyoruz;
Hem evrensel ölçekte "temel insan haklarından" biri olduğu için.
Hem de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası "kimsenin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılmaması"nı emrettiği için!
Her gün bu kadar çok öldüğümüz bir ülkede kalanları "değer"lendiremezken; misal bu öğrencilerin Hacettepe'deki öğrencilik hayatını sürdürülebilir kılıp mezun olmalarını sağlayamazsak -biz faniyiz bize dokunmaz belki de- vay bu ülkenin geleceğine...
Nitekim, üniversiteye dair eleştirilerimiz aynı meşru gerekçeyle;
"Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür";
Terörist faaliyette bulunulamaz, bulunmasına göz yumulamaz.