Hacet kapısında neler oluyor?
Cumhurbaşkanı Gül’ün ABD seyahati, zamanlaması, gündemi ve sonuçları bakımından epey tartışma yarattı. Çoğunluğun mutabık olduğu nokta, görüşme zamanının erken olduğuydu. Gül’ün yola çıkarken gündemle ilgili yaptığı açıklama, adeta bir liste gibiydi. Özetle, dünyanın neresinde bir ihtilaf varsa, hepsi görüşülecekti. Dışişleri’ne göre ise Pakistan hakkındaki deneyimler anlatılacaktı. Bu iki açıklama, seyahatin ana amacının Gül’ün parlatılması olduğu havasını veriyordu. Nitekim Bush-Gül ortak açıklaması da çok sıradandı.
Hasılı görünürde kayda değer bir şey yok. Ancak görüşme sonrasında ortaya çok önemli bilgiler saçıldı. Gül, PKK sorununa siyasi çözüm konuşuldu mu sorusuna öfkeyle, “Ne bugünkü görüşmelerde, ne de başka ortamlarda bu konular konuşuldu. Açık söyleyeyim konuşulmaz da” cevabını verdi. Oysa ABD tarafının resmi açıklamaları ve çoğu gazetede yer alan haberler, durumun hiç de böyle olmadığını gösteriyor.
Cengiz Çandar bizim tarafın anlattıklarından ziyade, Beyaz Saray kaynaklı açıklamalardan, “Gül-Bush görüşmesinin ’en can alıcı’ bölümlerinin, PKK ve Kürt sorununa çözüm arayışları ile Kerkük sorunu üzerinde cereyan ettiği” nin anlaşıldığını kaydediyor.
Dışişleri sözcülerinden Chase Beamer, Zaman Gazetesi’ne, “Politikamızda bir değişiklik yok. Ekonomik, siyasi ve askeri eylem gerektiren PKK terör tehlikesine karşı uzun vadeli kapsamlı bir çözüm için birlikte çalışmayı sürdüreceğiz” bilgisini veriyor. Yine konuya açıklık getiren bir üst düzey yetkili Zaman’a, “Müzakere PKK sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması çerçevesinde gerçekleşti. Yani sadece askerî eylem değil, aynı zamanda Türkiye’nin içinde, güneydoğuda ekonomik, siyasi, sosyal gelişmeler -ki bildiğiniz gibi Erdoğan hükümeti bunları yapıyordu- konuşuldu” diyor.
Mehmet Ali Birand, ABD istek listesini, “Talabani ile görüş, Barzani ile diyaloğu aç, PKK’nın dağ kadrolarını dağıtacak bir yasal düzenleme yap, genel Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunacak bir siyasi zemin oluştur, 301’i değiştir, İran ve Afganistan için destek ver” şeklinde özetliyor.
ABD basını da, “Bush, dün Türkiye’den ihtilaflı bölgede ekonomik gelişmeyi artırmasını ve bölge için geniş bir siyasi çözüme yönelik girişim yapılmasını istedi” vurgusunu yapıyor.
5 Kasım Erdoğan-Bush mutabakatından 5 gün sonra, Bush’un, “teröre karşı işbirliği içinde olacağız. Irak’ın kuzeyinde istikrar çok önemli. Biz gerekli istihbaratı vererek, nokta operasyonu yapılmasını sağlayacağız. Terörist örgütün etkisizleştirilmesine çalışılacak. Bu arada Türkiye ’Kürt sorunu’nun çözümü için adım atacak” sözlerine dikkat çekmiştik.
Erdoğan önceki gün partisinin il başkanları toplantısında, “Türkiye’nin huzurunu, istikrarını, bin yıllık kardeşlik ruhunu biz kurda kuşa yem etmeyiz” diye celallendikten sonra sözlerini, “Teröre ’asla taviz vermeden’ meselelerimizi siyasetin ve sosyal hayatın imkânları içinde açık ve şeffaf biçimde konuşmaya devam edeceğiz” şeklinde sürdürdü. Açıkçası terörle, ’Kürt sorunu’ dediği bölücülüğü ayırıp, “Teröre hayır, ’Kürt sorununu’siyasetin ve sosyal hayatın imkanları içinde konuşmaya, çözmeye evet” demeye getirdi. Zaten partinin grup toplantısında da, “Çözüm önerileriniz nedir?” demiş, DTP’li Ahmet Türk de anında, “Biz projemizi ortaya koyduk. Kimliksel, örgütsel ve eğitimsel haklar konusunda anayasal güvence sağlayın, biz sürecin sağlanması için mücadele ederiz” cevabını vermişti. Ne güzel pazarlık!.. Gidişatı Radikal Gazetesi’nden İsmet Berkan ne kadar da “normal” anlatıyor... Berkan, her geçen gün “demokratik cumhuriyet” e daha fazla yaklaştığımızı belirtip, bu söylemin, Öcalan’ın 1999’da mahkemede dillendirmeye başladığı, “Türk ve Kürt etnik kimliğinin ’kurucu asli unsurlar’ olduğu bir ’Demokratik Konfederasyon” u konu aldığı müjdesini(!) veriyor. Ve ümitli(!) olma zamanı diyor. Nereden nereye?
Erdoğan-Gül ikilisinin hacet kapısı ABD’de ne aradıkları anlaşıldı mı?