Ha Ahmet Yesevî, ha Ahmed-i Hanî
Türkiye'de felsefe alanının en yetkin hocalarından Prof. Dr. Mübahat Türker-Küyel'in "Yesevî Portresi" başlıklı makalesinde rastladım. Fezâilu'l-Etrâk'ten şu sözleri aktarıyor:
"'(Türkler), hile-i şer'iye ile başkalarının malını helâl saymazlar. Onların tek ayıbı, başkalarını kendilerinden soğutan husus, vatanlarına karşı çok iştiyak duymaları'dır." (Erdem, C. 7, S. 1, 1995).
Fezâilu'l-Etrâk (Türklerin faziletleri) kitabının yazarı El-Cahiz'dir (Öl. 869). Prof. Dr. Ramazan Şeşen Arapçadan Türkçeye tercüme etmiştir. Türk Kültürünü Araştırmaları Enstitüsü'nden çıkmıştı. Talebeliğimizde elimizin altındaydı.
Şu zamanda öyle bir mücadelenin içindeyiz ki, hakikaten verdiğimiz mücadeleden hicap duyuyorum. Kendimizi içimizdeki "düşmanlar"a karşı koruyoruz! "Türk"ü kalbinden vurmak istiyorlar. "Türk" deyince akıllara iğrenç bir varlık gelsin istiyorlar!
"PeKeKe" sevdası yine aldı yürüdü. Binali, sanki "PeKeKe Cumhuriyeti"ne gitmiş. Diyarbakır'da söze "PeKeKe" diye başlıyor. "PeKeKe" ve "PeKaKa" öyle kavramlar ki, kim hangisini kullanırsa safını belirlemiş olur. "Kürdistan" diyor, "Lazistan" diyor. Mülevves emeline M. Kemal Atatürk'ü alet ediyor.
1924 Anayasası M. Kemal'in riyasetinde hazırlanmıştır ve Türkiye sınırları içinde yaşayanların "Türk" olduğu belirtilmiştir. (Nutuk'taki "Kürdistan, Lazistan" meselesine geleceğim.)
Bütün etnisitelerin başımızın üstünde yeri var. İç içe girmişiz. Biraz kazısan, altından aklına gelmeyen kan, aklına gelmeyen renk çıkar. Tepemizdeki çatı Türk. Kim "Türk çatısı"nı yıkmak istiyorsa kesinlikle Türk düşmanıdır, Aynı zamanda ümmet/millet düşmanıdır. En hafif ifadeyle kandırılmıştır.
El-Cahiz, ta 9. yüzyılın ikinci yarısında Türklerin faziletlerini sıralarken hile-i şer'iyeye dahi razı gelmediklerini söylüyor ve öyle bir vatan sevgisine sahip olduklarını belirtiyor ki, başkalarını rahatsız edecek kadar "vatansever" olduklarının altını kalın bir çizgiyle çiziyor.
Siz 11. yüzyılda yaşayan, ruhuyla bütün Türkistan'ı saran Ahmet Yesevî ile 17. yüzyılda Anadolu sahasında yetişmiş Ahmed-i Hanî arasındaki itikadî bağın ne kadar güçlü olduğunu biliyor musunuz? Ahmed-i Hanî deyince durakladınız. Mem u Zin desem... Hemen hatırlarsınız. Mem u Zin gözümüze kasıtlı sokuldu. Gözümüze sokanlar, fikren Ahmed-i Hanî'nin yanından bile geçemezler. Hele "PeKeke" diyenler Ahmed-i Hanî'yi ağızlarına bile almasınlar.
Ahmed-i Hanî ne diyor biliyor musunuz: Şeyhlik, sufîlik ve keramet, ilim okumak ve onunla amel etmektir. Şüphesiz halvet yerin okuduğun hücren, tarikatın ise şeriattır."
Hoca Ahmet Yesevî de farklı bir şey söylememiştir. İnceleyin Divan-ı Hikmet'i, inceleyin Fakrname'yi, özü budur. Ahmet Yesevî yaşadığı muhit ve hitap ettiği kitle itibarıyla Türkçe söylemiştir. Ahmed-i Hanî de, yaşadığı muhit ve hitap ettiği kitle itibarıyla etnisitenin dilini kullanmış, Kürtçe hitap etmiştir. Başkası da mümkün değildi. Biz bundan neden ayrılık çıkaralım?
İtikatta bir değil miyiz? Şartlar bizi bir çatı altında topladıysa, ayrışmayı değil; birleşmeyi esas almalıyız. Emin olun Ahmed-i Hanî zamanımızda yaşasaydı, aynı itikatla Ahmet Yesevî'nin çizgisinde yürüyecek ve daha geniş kitleye ulaşmak için üst kimliği seçecekti.
Ben şimdilik bu kadarını söyleyeyim. (Devam edeceğiz.)