Gün olur asra bedel(!)
Günlerden, yine "stratejik çıkar hesaplarının yapıldığı, dünyanın yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı" bir gündü!
"Hem Kıbrıs'ta, hem de terörle mücadelede, silah zoruyla ve katliamlarla amacına ulaşamayanlar, masa başında kazanmaya çalışıyor"du!
"Yaşadığımız ekonomik krizlerin sebepleri uğradığımız küresel saldırılar"dı!
"Türklüğünün geleceği üzerine büyük oyunlar oynanıyor"du!
"Dünün "adil düzencileri", bugünün "batıl düzencileri" olmuş"tu!
"Meclis'te düşüncesizce ve alelacele atılan adımlarla, yeni azınlıklar yaratmanın yolu açılmış, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dengeleriyle oynanmış"tı.
"Hepsinin arkasında Brüksel sevdalıları var"dı!
Bu vahim tablo, bize kavurucu bir Ağustos günü, 2 bin metreyi aşan rakımda, güneşin en dik geldiği saatlerde izah ediliyor olmasına rağmen sanki bir çınar gölgesindeymiş gibi ferahtık, zerrece bunalmıyor aksine bileniyorduk!
Kendini "büyük" sananlara sorsanız daha "çocuk" sayılırdık;
Ve fakat...
"Çok önemli bir fikrin, çok anlamlı bir hareketin, çok değerli bir misyonun temsilcileri"ydik bizce.
"Şanlı bir geçmişin mirasçıları, ulvî bir davanın mensupları"ydık.
"Bunun için de, onurlu ve güçlü bir geleceğin mimarları olmak durumunda"ydık!
"Basit ve küçük hesaplarla değil, büyük ve onurlu geleceklerle ilgili"ydik;
"Biliyor ve inanıyorduk ki, tarihi, ancak onu değiştirme ideali ve iradesi olanlar yazar ve değiştirebilir"di.
Hep bir ağızdan ant içtik:
"4 Kasım'da Ankara'da buluşacak"tık;
"Ankara'da buluşacak"tık!
"Ankara'da buluşacak"tık!
Ağlamaktan şişmiş, acıyan kıpkırmızı gözlerle, 3 Kasım gecesinin ne kadarını sahiden yaşadığımızı, ne kadarının kâbus olduğunu ayırt edemeyecek kadar şokta ve Tekirdağ'da uyandık!
16 yıl sonra bugün...
"Yeni bir rejim"in, sapkın fetvaların, sosyal cinnet halinin, aşırı dozda yozlaşmanın, adalet mevtasının gölgesinde anlıyorum ki, tam 16 yıl önce bugün uyandığımız o kara gün, belalı bir asra bedeldi ve hiç bitmedi sanki.
Biter mi?
Toplumun çoğunluğu kendini bizim uyandığımız o sabaha uyanmış gibi hissettiği gün biter tabii; neden bitmesin ki!
***
"İsyan", "talimat", "devlet" vs...
MHP İstanbul Milletvekili soruyor:
"Cezaevindekiler kader kurbanı olmaktan çıkıp, FETÖ ve PKK'nın kurbanı haline gelir. Bir talimat ile isyanlar başlatırlarsa ne olur?"
Hâlâ öyle bir kurum, sistem, yapı var ise -ki biz var olduğunu sanıyoruz- "devlet", "bir talimat ile", ilgili organları eliyle o isyanı bastırır!
Ha ama şunu sorarsanız;
-En nihayetinde "devlet" o talimatı, devleti idare makamındaki "siyasi irade" kanalıyla vereceği için...-
Siyasiler ikide bir "ya isyan çıkarsa ne yaparız", "isyan çıkarsa yanarız" diye bir "isyan" umacısı yaratır onu kendi söylemiyle besler, büyütür, algıda "yenilmez" kılar, hatta cesaretlendirir, cüretlendirir, kendini devletin üstünde, devleti dize getirecek güçte varsaymasına yol açarsa ne olur?
O zaman ayaklar baş olur!
Devlet kukla olur.
Devlet "üç beş çapulcu"nun şamar oğlanı olur.
Her illegal, her haksız, hukuksuz talebin "tehdit yoluyla" elde edilebileceği zannı doğurur; yol olur.
Ayrıyeten...
Cezaevinde nihayetinde kendisine "emanet" olan vatandaşlarını "FETÖ ve PKK'nın kurbanı" haline getiriyorsa; onları koruyacak denetimi sağlamaktan aciz durumdaysa "devlet"i bekleyen "cezaevinde isyan"dan çok daha büyük bir sorundur!
***
Siz Sıla'yı çok yanlış anlamışsınız
Derler ya, Allah düşmanımın başına vermesin;
Yaşadıkları o ayarda. Hiçbir kadının yaşamaması dileğim.
Sıla'nın maruz kaldığı "şey" neresinden tutarsanız tutun, neresinden bakarsanız bakın, nasıl bir kılıf ararsanız arayın "şiddet"; suç yani. İnsanlıktan çıkış işareti. Veya hastalıklı bir ruh hali...
Ve Sıla; sadece kendi başına gelen bu olayda değil daha birçok sosyal olaydaki duruşuyla da şahane kadın. Sadece erkek kaba kuvveti değil hiçbir güce biat etmeyen dik duruşlu, dirençli kadın. Hazmetmenin, hazmedip de ilan etmenin hiç kolay olmadığı bir "tabu"yu, sanal bir "korku duvarı"nı yıkıp geçip de başlattığı mücadeleyi alkışlıyor ve destekliyorum. Ancak Sıla'nın beklentisinin "kendisini alkışlamamız yahut desteklememiz" değil, onun kadar güçlü, onun kadar imkân sahibi, onun kadar özgür olmayan binlerce hatta milyonlarca kadını mücadele edebilir hale getirmemiz olduğunu sanıyorum.
Bu manada, Sıla'nın yanında olduğunu bildirmek için seferber olan bakanlardan, liderlerden, STK'lardan "yalnız olmayan Sıla"nın değil yapayalnız öteki şiddet mağduru kadınların "kimsesi" olmaya soyunmalarını bekliyorum; ki Sıla siper sosyal bir anlam kazansın!