Gün, hesap kitap günü değil (ama)…
Evet, asrın en büyük felaketlerinden birine maruz kaldık.
Evet, bu bir afet.
Evet, bir kırım yaşanıyor; demir kapı, taş duvar değil sade; kırılan can.
Evet, gün birlik olma günü.
"Tek yürek olma" günü.
"Tek bilek olma" günü.
Olalım.
Dertte bir, dermanda bütün olalım.
Dayanışalım.
Bu enkazın altından el ele, omuzumuza, birbirimize tutunarak kalkalım.
*
"Siyasetin sırası değil"; eyvallah.
Muhalefetin yeri, zamanı değil.
Konuşmanın bile değil…
Susalım.
Mahalle yanarken…
Biliyorsunuz gerisini işte.
Kimse düşürmesin kendini, hiçbirimiz düşmeyelim o çiğliğe.
Kendi cenazemizin mezar soyguncusu olmayalım.
Da…
Efkârımız birikti, sığmıyor içimize…
Onu ne yapalım?
Dere yataklarını betonla kapatır gibi bastıralım da daha beter mi altında kalalım!
*
Kim "inandığı" halde inkâr edebilir; takdir-i ilahi!
Elbette beterinden "Rabbim korusun" hepimizi.
Lakin…
"Takdir Allah''ın" diye yan gelip yatmak mıdır kulun görevi?
Verdiği aklı paslanmaya terk etmek, "gelmekte olan"ı beklemek midir, eli kolu bağlı şekilde?
Bir de "tedbir" vardı hani; o neydi; onca gün, hafta, ay, yıldır neredeydi?
*
Her biri ayrı bir ihmalin, aymazlığın, çıkarcılığın, akıl/vicdan tutulmasının sonucu olarak, her yerinden tel tel dökülüyor, yıkılıyor memleket gözümüzün önünde…
Buna rağmen;
Gün, ne suç, ne suçlu sobeleyecek gün değil.
Allah biliyor, sabah, kızmadan yazmak üzere oturdum bilgisayarın başına…
Öfkelenmeden…
İsyan etmeden…
Hatta gözyaşı dahi dökmeden;
Zira, ağlanacak günde de değildik zannımca…
Bütün hesap ve kitaplarla birlikte, acımızı yaşamayı da erteleme, düşmeme, düşmüş olanları kaldırabilecek kadar gücü muhafaza etme, yaşatabilme imkânımız olan kim varsa yaşatabilme günüydü.
Bu uğurda üzerimize ne düşüyorsa, üşüyen bir eli örtmek, aç bir karnı doyurmak, bir yarayı sarmak, korkmuş bir yüreği sarmalamak; yapmalıydık.
Şimdilerde hayli kopmuş/koparılmış halde de olsak, bir vakitler "millet" olmuş olmanın mirası olan hasletlerimiz "kara günde" zuhur ediyor, aramıza açılan derin uçurumlar kapanıyor, yıkılan köprüler kuruluyor, yapıyorduk da..
*
Ama…
Gel de, nihayetinde tarihe not olan bir yazıyı "ama" şerhi koymadan noktala!
*
Her şeyi kabul…
Her şeye sabır…
Ama, deprem anında "toplanma yeri" olarak "okul bahçesi"ni gösteriyorsunuz vatandaşa; o okul binası da yıkılamaz arkadaş!
Yıkıldı.
Doğudan batıya, kuzeyden güneye yardım toplamayan parti, dernek, belediye, vakıf, valilik, bakanlık yok ama yardımları bölgeye ulaştıracak yollar yıkıldı…
Gönüllü çok ama bölgeye ulaşmak üzere bindikleri uçakların ineceği havalimanı yok; çöktü…
Diyeceksiniz ki "Kale çöktü; sen ne konuşuyorsun"?
Yan yana duran iki binadan biri kağıt gibi yıkılmışken, diğeri ayakta durabiliyorsa konuşurum;
Herkesin biricik umudu "asker" iken, askerî bina çökemez arkadaş!
İnsanların canları pahasına yürüttükleri arama çalışmalarından kurtardıkları yaralıları hayatta tutabilecek yegane kuruluşlar olan hastaneler çökemez!
Belediye binası çökemez; "tuzun kokması" da sıradanlaştı ya; yine de, tuz bu kadar da kokamaz!
*
Devletin ennnnn tepesindeki kişiler çıkıp da dalga geçer gibi "Deprem gerçeğiyle yaşamak durumunda olan bir ülke olarak ders almamızın gereği"nden dem vuramaz!
Siz, o koltuklara, 17 Ağustos 1999''da yaşanan ve Meclis Araştırması raporuna göre 18 bin 373 kişinin öldüğü (resmî olmayan rakamlara göre 60 binden fazla), 48 bin 901 kişinin ise yaralandığı, 130 binden fazla binanın çöktüğü, 600 bin insanın evsiz kaldığı, toplamda 16 milyon kişinin etkilendiği bir depremin yaraları hâlâ sarılmaya çalışılıyorken…
Keza, 12 Kasım 1999''da 845 kişinin öldüğü Düzce depreminin yarası hâlâ sızlıyorken oturmadınız mı?
Ders almaya yeter bir trajedi değil miydi o günlerde bu ülkenin yaşadıkları?
*
Geçen 21 yıl içinde;
Van''da yıkılmadık mı?
Elazığ''da yıkılmadık mı?
Ege''de yıkılmadık mı?
O "ders" bugüne kadar niye alınmadı?
O "ders"i veren onca felakete rağmen neden doğayla inatlaşarak ve doğaya rağmen betonlaşıldı?
O "ders"i çoktan almış olmak için yerin daha kaç kat dibine gömülmüş olmalıydı?
*
Gün o gün değil ama gel de sorma;
Ders alınmadı da…
Bugüne kadar depremlerde oluşan kayıp ve bu kaybın kaynağı olan ihmal dolayısıyla açılan 2 binden fazla davanın bin 800 tanesinin cezasız kalmış, geri kalanların büyük bölümünün de zaman aşımından düşmüş olmasından cesaret mi alındı yoksa?
*
Öyleyse ve Allah ile aralarında bir "garanti" anlaşması yoksa ki "olamaz" bizim inancımızca, büyük cesaret!
Zira, içlerinden herhangi biri de dün yerle bir olan o şehirlerde, yıkılan o binalardan yahut çöken yollardan herhangi birinde olabilirlerdi pekala…