Gülenler de paralel yapı mı yoksa?
Hafta sonunda Türkiye, demokrasi ve hoşgörüden ne kadar uzaklaştığını, bir kez daha kanıtladı. Ancak olayları izlerken, dikkatimi çeken ilginç görüntülere takıldım, onları vurgulamak istiyorum. Şu Danıştay’daki olaylar sözünü ettiğim. Bu olaylar bir anlamda ülkede uygulanan, istibdadın da en güzel örneği. Başbakan ve yandaşlarının anlayışına göre, oy veren ve siyasi tercihte bulunan vatandaşların, siyasi görüş belirtmesi, yasak. Bu görüş, bugüne kadar birkaç kez ortaya konuldu, hiç saklanmadı. Danıştay olayı da bence bu görüşün tekrarı.
Başbakan’ın, kendisinden başka kimsenin görüşüne tahammülü olmadığını, herkes biliyor ancak demokrasicilik oyunu sürdürülüyor. Son olarak, bir hukukçunun adaletçilerin panelinde, şikâyetlerini bile dile getirmesine dayanamadı, resmen, tribündeki seyirci gibi müdahale etti. Olabilir, herkes herkesle aynı görüşte olmayabilir ve tepki bile gösterebilir. Ancak bu tepkide tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı ile orada Türk Silahlı Kuvvetlerini temsil eden paşanın toplantıyı Başbakan ile terk etmesi bence bir başka komedi.
Olaylar sırasında Abdullah Gül ile Genelkurmay başkanının, kıs kıs gülmeleri mi desem, yoksa tebessümleri mi diye tanımlasam dikkatimi çekti. Bu bence iki şeye yorumlanabilir. Birincisi, yahu bizimkini tutamadık, o da gene sinirlerine hâkim olamadı yaptı yapacağını, anlamına gelen gülücükler. İkincisi de, tamam bizimki ortalığı dağıttı, bizden ırak olsun, bizimle alakası yok, ne yapalım utangaç gülücüğü. Bence hangisi doğru bilmiyorum, ama önemli olan, Erdoğan tarafından tayin edilen bu ikilinin gülmesi. Ben Erdoğan olsam Feyzioğlu’nun konuşmasından daha çok bu ikilinin gülüşüne kızardım. Paralel yapı mı acaba onlar da?
Ardından eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Erdoğan arasında olduğu ileri sürülen tapelerde dinlediğimiz konuşmada, seçimine Başbakan’ın, katkıda bulunduğu Danıştay Başkanı’nın, yürekler yakan bildirisi. Bu benim ülkemin hiç de hak etmediği bir kadro bence. Mantığım kabul etmiyor ama ne bekliyoruz ki?
Bu konu üzerinde, başka bir şey yazmak istemiyorum. Cehaletin ülkeyi, nereye kadar ve hangi noktaya götüreceğini görmeyen, görmek istemeyenlerin bu çukurda boğulma tehlikesi her an olabilir. Allah bu cehaletin adalet ve bilime galip gelmesini önlesin demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Sanki cehalet, aydınlık ve uygarlıktan intikam alıyor gibi.
Ama benim ve dünyada birçok ülkenin tüylerini diken diken eden başka bir şey daha var bizleri de ilgilendiren. Nijerya’da radikal İslamcı grup tarafından kaçırılan kız çocukları. Boka Haram denilen bu grubun 200’den fazla kız çocuğunu satmakla tehdit etmesi dünyayı ayağa kaldırdı. Bekledim çocukları kaybolan, ırzına geçilen küçük kız çocukları ile evlenilip kadınları katledilen bir ulusun acaba Ankara’dan bu gruba tepkisi ne olacak diye. Hani Somali için, Filistin için gözyaşı dökenler var ya nedense bu 200 kız çocuğu için tek kelime etmezler, merak ettim.
Ekonomide son husus. Hatırlarsanız, önceki yazılarımda Türk Hava Yolları’nın, öteki havayolları ile rekabetinde ortaya koyduğu çizgi ve fiyat farkını vurgulamıştım. Bu söylediklerim, geçenlerde açıklanan, verilerle doğrulandı. THY, son üç aydır zarar ediyormuş. Şaşırmadım. Öteki hava yolları bizimkilerin yarı fiyatından daha aza uçuyor. Ne olacaktı ki.
Önce de belirttiğim gibi, dünya Erdoğan ve yönetimini anladı. ABD artık hiçbir ciddi konuyu, Erdoğan ile görüşmüyor. Mesela gelecek hafta ABD Savunma Bakanı Hagel; İran, Suriye ve İsrail konularını ele alacağı Orta Doğu gezisine çıkıyor. Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail’i kapsayan bu gezide gene Türkiye yok. Hagel, Ocak ayında da Ankara’ya yapacağı ziyareti iptal etmişti. O zaman, buna Erdoğan’ın ABD’ye yönelik eleştirilerinin neden olduğu söylenmişti. Bu kez de ABD Savunma Bakanı’nın gezi programına Ankara’yı katmaması, ilişkilerin hâlâ limoni olduğuna işaret ediyor.
Öte yandan Avrupa Birliği bizi tamamen dışlamanın ve hatta Gümrük Birliği’nden bile çıkarmanın yollarını arıyor.