Gül ABD'ye gitse ne olur!

Siyasetçiler değişiyor siyaset değişmiyor.
Gerçek bu olduğu için hangi partinin başına kim geçerse geçsin beni hiç ilgilendirmiyor! Yabancı ülke devlet adamlarının Türkiye’yi ziyaretleri, Türk devlet adamlarının yabancı ülkelere davet edilmeleri, Abdullah Gül’ün Bush’u ziyaret etmesi de beni gerçekten hiç ilgilendirmiyor.
Çünkü dediğimiz gibi siyasetçiler değişiyor ama siyaset hep aynı kalıyor.
SSCB ile savaşın eşiğine geldiği Küba Krizinde ABD, Türkiye’yi satmadı mı? Sattı. Peki Türkiye bundan kendine bir ders çıkardı mı? Hayır, çıkarmadı. Johnson mektupları, Kıbrıs yüzünden uğradığımız ambargolar, Türk siyasetinde bir değişim gerçekleştirdi mi, yani “Bu ABD’den Türkiye’ye stratejik ortak, yahut güvenilir müttefik olmaz, başımızın çaresine bakalım, ABD’ye olan bağımlılığımızı asgariye indirelim!” diyen bir siyasetçi çıktı mı? Çıkmadı. Birinci Körfez Harbi’nde Türkiye kayıtsız şartsız ABD’yi desteklemedi mi? Destekledi. Peki, zararlı çıkan kim oldu? PKK yeniden palazlandığına, Irak’ın kuzeyinde güvenli bölge oluşturularak Barzani devlet kursun diye altyapı oluşturulduğuna ve Irak’la olan ticareti sıfırlandığına göre elbette ki yine Türkiye zararlı çıktı. Ve ABD geldi Irak’ı işgal etti. İşgal süresince ihtiyaç duyduğu pek çok silah ve teçhizatı Türkiye üzerinden aktardı, Türk hava sahasını kullandı, kullanıyor! Peki karşılığı ne oldu? Mehmetçiğe çuval, Türklere ait nüfus ve tapu kayıtlarının talanı, Türkmen katliamı, PKK terörü ve “Güney Kürdistan” oluşumu...
Peki Türkiye bu sefer bir ders çıkardı mı?
-Hayır!
NATO üyesiyken bile Türkiye’yi Toroslardan savunmayı gizli gündem yapan yani daha ilk SSCB saldırısında ülkemizin yarısını Ruslara terk etmeyi aklına koymuş, SSCB dağıldığında kurulacak genç Türk Cumhuriyetleriyle Türkiye’nin irtibatını kesmek için PKK’yı kuran ABD’yi ve tabii bu ABD ile ortak bir çizgi izleyen Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerini doğru tahlil etmiş kaç etkili parti, kaç etkili lider var söyler misiniz?
Evet, siyasetçiler değişiyor siyaset aynı kalıyor.
Biz, ABD aşağıladıkça bakanlıkları “danışman” adı altında CIA mensuplarınca işgal edilmiş bir Türkiye’de yaşıyoruz. Acı olan şu ki yine biz, AB(D) ihanet ettikçe suçu hep kendilerinde bulan, “Yeter artık!” deyip mevcut bağımlılığı asgariye indirmenin yollarını üretmek yerine, “Ne yanlış yaptık da ABD bize böyle davranıyor” diye düşünen yöneticilerle idare edildik, ediliyoruz.
Yıl 1793’tür. O günler de tıpkı bugünler gibi Osmanlı’nın Batı’ya benzemek için çırpındığı günlerdir.
Fransa’nın “Tacir” kimliği altında Mısır’a gönderdiği Hariciyeci M. Reyneval, Paris’e şu notu gönderir:
“Türkler (..) işlerini düzeltir(se) (..) derhal sanayileşme başlar. Çünkü onların hammaddeleri vardır. Böylelikle kendi ihtiyaçlarını karşıladıkları gibi, yabancı pazarlarda bizimle rekabet ederler. Hür bir hükümete sahip olurlarsa yükselmeye olan kabiliyetleri gelişir.(..) Batı da bize Pazar olmaktan çıkar!”
Bu Batı Osmanlı’yı Sevr’in eşiğine işte böyle getirdi.
Gerçek şu ki Batı bugün de aynı Batı ve Milli Mücadele’ye ihanet eden Türkiye’nin her tarafını bugün de “Islahatçılar” sarmış durumda. Bizim 1938’den beri “Hür bir hükümetimiz” ve hür bir “siyasi partimiz” yok, üstelik artık casus Reyneval’in imrendiği “Hammaddelerimizi” de işte bu Batı’ya devrettik.
Vaziyet buyken Gül ABD’ye gitse yahut Bush Ankara’ya gelse ne değişir!
Ve AKP gitse başkası gelse ne fark eder.
Siyasi iktidar değişse bile iktidarın siyaseti değişmediğine göre..

Yazarın Diğer Yazıları