Gözüm kör, gözlerin kör olmasın!

Neye taraf isek o taraftarlığımız fanatik futbol takımı taraftarlığından da beter.
Fanatik taraftar, takımı kötü oynadığında “Yuh!” çekebiliyor da, gazeteci, partici, sağcı-solcu gibi “taraflar” ne kadar hata yaparsa yapsın, “tarafına” toz kondurmuyor.
Meseleye bu zaviyeden bakınca elinde döner bıçakla dehşet saçan fanatik elinde kalem, kamera yahut mikrofonla âleme nizâm veren allamelerden daha demokrat, daha hakşinas, daha “aydın” , hakikat ve adalete daha yakın. Yani o hiç olmazsa bozuk saat gibi günde iki defa da olsa doğru yerde duruyor da, berikiler işte bunu bir ömür boyu bir kere bile beceremiyor.
Herkes için “sütten çıkmış ak kaşık” taraf, kendi olduğu “taraf!”
İşte çağın şirki budur.
Bunun temelinde elbette insanın dizginlerini nefsinin eline vermiş olması vardır. Kişi nefsinin elinden o ipleri kurtaramadığı sürece cüzi iradesini de kullanamıyor demektir. O ne yaparsa kendisi yaptığını zanneder amma aslında “içten kumandalı” hale gelmiştir de, farkında değildir. Böyle olunca “karşı tarafın” her yaptığı ona “kötü gözükür” . Hatta içinden “Keşke kötü yapsa da rezil olsa” der, “Keşke başaramasa da bana muhtaç hale gelse” diye “dua” eder.
Aslında ettiği “dua” değil, “beddua” dır ve haksız yapılan her beddua gibi, dönüp dolaşıp faturayı kendisi ödeyecektir.
Tıpkı o iki arkadaş gibi.
Bildiğiniz hikâyedir.
Çocuklukları beraber geçmiş, düğünleri, bayramları birlikte olmuş, hatta askerliklerini bile birlikte yapmış o iki arkadaş gibi.
O kadar canciğer olmuşlar ki, ayrı ayrı yapamaz hale gelmişler.
Tıpkı bir çift ayakkabı gibi.
Amma köy yeri..
Geçim dar..
Düşünüp taşınıp köyden şehre inmeye, devletin merkezinde iş bulup para biriktirmeye karar vermişler. Tahta bavullarını sırtlayıp yola koyulmuşlar. Padişahın olduğu şehre büyük umutlar ve heyecanla kol kola girmişler ve tabii zaptiyeler tarafından yakalanıp huzura çıkartılmışlar.
Bu gençlerin buraya kadar olan hikâyelerini milletimizin “Milli Mücadele” dönemine benzetebiliriz.
Şimdi huzurdadırlar.
Yani servetin kaynağında.
Padişah şehre niçin geldiklerini sormuş, onlar da, ekmek parası için demişler. İyi, demiş padişah. Ben sizi sevdim, birbirinize olan bağlılığınıza hayran kaldım. Buralarda telef olmayın, köyünüze dönün, memlekete hizmetinizi orada yapın. Tabii eliniz boş göndermeyeceğim. Şimdi ayrı ayrı odalarda misafir edileceksiniz. Sabaha kadar da benden ne istediğinizi düşüneceksiniz.
Ne isterseniz eksiksiz vereceğim.
Amma, arkadaşınız ne isterse, ötekine onun iki katını vereceğim, tamam mı?
Gençler çok sevinmişler.
“- Tamam!” demişler.
Ve birbirlerinden ayrılıp ayrı mekanlara konmuşlar.
Bizimkiler düşünmeye başlamış.
“- 100 bin altın isterim. Onunla köyün, hatta muhitin en zengini olurum. Amma şafak atmış. İyi de, bana 100 bin altın verince, arkadaşıma 200 bin altın verilecek!”
Han isteseler ötekinin iki hanı, bin deve isteseler ötekinin iki bin devesi olacak..
Sabaha kadar kıskançlık yemiş bitirmiş gençleri.
Ve ayrı ayrı şu karara varmışlar:
“- Ben en iyisi padişahtan, ’Gözümün birini çıkartmasını’isteyeyim. Ben bir gözle nasıl olsa hayatımı devam ettiririm, benim bir gözüme karşılık ötekinin iki gözünü çıkartsın da görelim bakalım bizimki iki gözü kör nasıl yaşayacak!”
İşte biz bugün bu haldeyiz maalesef.
Oysa hepimiz aynı gemideyiz.
Yahu biz kardeşiz, kardeş...
Tamam taraf tutalım tutmasına da, işi, “gözümün birini çıkart” noktasına kadar da vardırmayalım..

Yazarın Diğer Yazıları