Gözden kaçanlar
Türkiye’de olaylar aksiyon filmlerini aratmayacak bir sür’atle cereyan ediyor. Ülkenin üzerinden âdeta her gün bir başka tayfun geçiyor. Olayların sür’at ve şiddeti, bazı konular üzerinde düşünülmesini engelliyor. Bazı önemli konular ve beyanlar ya hiç fark edilmiyor, ya da üzerinden şöyle bir geçiliyor. İşte bunlardan birkaçı:
1. Mart’ın 5’inde gazeteciler, Başbakana, Selahattin Demirtaş’ın “Biz etle tırnak falan değiliz. Biz onurlu iki eşit halk olacağız” sözleri hakkındaki düşüncesini sordular. Başbakan aynen şöyle cevap verdi: “Öncelikle Sayın Demirtaş’ın bir şeyi öğrenmesi lazım. ’Bu ülkede iki eşit halk’diye bir tespit yaparsanız bu ayrımcılıktır. Et tırnak gibi dediğiniz zaman bu gönüllerin, tüm 76 milyonun birbiriyle kaynaşmasıdır. Bunu kime sorarsanız sorun bu ideal olanıdır ama bunlar ’iki eşit halk gibi’dediğiniz zaman kantara çıkarıyor. Kantar tutmayabilir. Bu yanlış tespittir...” (Star, 5 Mart 2013, saat 19.41).
Başbakan birçok konuşmasında “Türk, Kürt, Laz, Çerkez...” diye sayıp “Türk” ü üst kimlik konumundan indirerek diğerleriyle eşitlemiyor muydu? Şimdi neye itiraz ettiğini anlayan var mı? Hem “kantar tutmayabilir” ne demek? Yani birisi ağır mı çeker? O zaman Birgül Ayman Güler’e niye kükreyip durdunuz?
2. 28 Şubat postmodern darbesi denilerek birçok subay tutuklandı. 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu kararları ve bu kararlara bağlı olarak gelişen olayların failleri kabul edilen subaylar şimdi yargılanıyor. Üstelik bazı sivillerin, özellikle gazetecilerin de soruşturmalara dâhil edilmesi isteniyor. Peki... Alenen cereyan eden bu olaylar eğer suç ise o dönemde bunları önlemekle, failleri hakkında soruşturma açmakla görevli olan idari ve adli makam sahipleri suçlu değil mi? Görevlerini yapmadıkları için onların da yargılanması gerekmez mi? “Baskı altındaydılar” gibi bir cevap, en üst idare makamında bulunan insanların gerekli iktidar gücüne sahip olmadıkları ve korktukları anlamına gelmez mi?
3. Ya Balyoz Davası? 5-7 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığı’nda yapılan “Plan Semineri” eğer bir darbe planının parçası ise o dönemde 1. Ordu Komutanlığı’nın üstünde olan askerî makamların ve bu makamların bağlı bulunduğu siyasi kadroların da suçlu sayılıp zamanında görevlerini yapmadıkları için yargılanmaları gerekmez mi? Yoksa yine iktidarsızlık ve korku mu söz konusuydu?
4. Orgeneral İlker Başbuğ’un durumu da aynı şekilde. 2006-2008 yıllarında Kara Kuvvetleri Komutanı, 2008-2010 yıllarında Genelkurmay Başkanı olan İlker Başbuğ, emekli olduktan 17 ay sonra “silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla tutuklanmıştır ve hâlâ tutuklu bulunmaktadır. Eğer iddia doğru ise Genelkurmay’ın bağlı bulunduğu hükümet ya bu örgütten habersizdi ya da haberli idi, fakat buna göz yumdu. İki ihtimal de çok vahim sayılmaz mı? İkinci ihtimal söz konusu ise göz yumanların da suçlu sayılıp yargılanmaları gerekmez mi? Başbuğ’un tutuklanması sırasında Kılıçdaroğlu bu ihtimallerden bahsetti; fakat konuyu bir daha gündeme getirmedi.
5. Ergenekon vb.. diğer davalar için de aynı sorular geçerlidir. Darbeyle ilgili olduğu ileri sürülen gruplaşma, oluşum ve faaliyetleri zamanında önlemeyenler, bunlara karşı zamanında soruşturma açmayanlar en azından görevlerini ihmal etmiş sayılmazlar mı?
6. Bütün bu soruşturma ve davalar sonunda yüzlerce muvazzaf ve emekli subay tutuklanmış ve bir kısmı mahkûm edilmiştir. Fakat iddialara konu olan gruplaşma ve faaliyetleri önlemeyenler hakkında bugüne kadar bir tek dava açılmamıştır; bu, tuhaf bir durum değil midir?
7. Yoksa bütün bunlar Türkiye Cumhuriyeti’ni kökünden değiştirmeye yönelik bilinçli hareketler midir? Kökten değişikliğe direnmesi ihtimali olan güçler bilinçli bir şekilde tasfiye mi ediliyor? Âdeta kutsanan bir süreç var. Sürece karşı olanlar neredeyse vatan haini ilan ediliyor. Yoksa hiç kimsenin karşı çıkamaması için hazırlanan bir sürecin hazırlıkları mı yapıldı?
8. Birileri, Türk milletinin gerçekten uyutulabileceğini mi sanıyor?