Gökten indim kırk asırlık Türk yurduna...
Hatay'a uçuyorum. Elimde Puşkin'in Erzurum Yolculuğu... Yolculuk içinde yolculuk... Tastamam altmış yıl olmuş bu kitabı okuyalı ya da okumayalı. Dokuzda okumuşum öğretmenimin "Al böyle ciddi eserler okumalısın" demesiyle.
Puşkin Kars'ı ve Soğanlı'yı geçiyor, biz de alçalmaya başlıyoruz. Diyorum ki bu özel yol arkadaşıma "Kırk asırlık Türk yurduna ineceğim gökten..."
O birden uçuveriyor uzaylara, uçarken de yanıt veriyor: "Hatay'dan ötesi de Rusya'dır artık..."
"Hatay'dan ötesi..." ha? Öteler beri geldi, doymazlar ve aymazlar ne hale soktu bu ülkeyi.
Yağmur var Hatay'da... Hışımlı bir yağmur... Durup durup birden bindiriyor. Kitap fuarının branda çatısı sarsılıyor.
Ne ki biz öz işimizdeyiz. İşte, söyleşisi bitti, Banu Avar geldi standa, çift sıra kuyruk oluştu upuzun. O durmadan imzalıyor biz de arada bir.
Ali Ağa geliyor tam o arada standa. Kırk yıllık dostum Ali Coşar. Bakıyor duruma, bizi yemeğe götürme imkânı gözükmüyor. Gidiyor ve 1 saat sonra elinde paketlerle dönüyor. Eşsiz Hatay mutfağından hamur işinin en nefisleri. Kitap kurdu Ali Ağa'nın efendiliğini, duruşunu, konuşmasını çok seviyorlar yayıncım Ahmet Acar ve yazar dostlarım Sedat Şenermen, Özlem Akşit ve Banu Avar.
Ve Civar... Hatay Kitap Fuarı'nın bizlere kazandırdığı sevgi, umut ve heyecan dolu bir kızımız... Türkiye üstüne oynanan oyunlar konusunda da duyarlı... Bilinçli bir duyarlık bu, kitaplarla haşır neşir bundan dolayı... Onu da unutmayacağız...
Ve gece varıyoruz bir tarihi konağa, yiyip içiyoruz, söyleşiyoruz Nergiz Yayınları ekibi olarak. Yağmur yine şakır şakır. Ne bardağı, kazandan boşanırcasına yağıyor.
Otellerimize gideceğiz belediyenin tahsis ettiği araçla. Ben, Banu Avar, Özlem Akşit. Onlar arkaya biniyorlar, ben öne bineceğim ya, yol dar, arabalar geçiyor vızır vızır, kapıyı açıp binemiyorum, yağmur iyice benzetiyor beni. Sonunda biniyorum, Banu Hanım, arkadan uzanıp ceketimi sırtımdan çekiyor.
Sabah mı? Sabah güneşli bir güne uyandım, eser yok o hışımdan, üstüm başım kurumuş, pantolonum boru gibi olmuş o kadar.
İkinci gün fuarda bir acı sürpriz, gece su basmış, birçok yayınevinin kitapları zayi olmuş, bizde de var bir hayli. Fakat kalan sağlar bizim deyip devam edilmeli.
Emre Koşak geliyor bu ikinci gün... Benim genç yazar dostum... Teey Mersin'den, bir Ulu Kayın'ın içinden koşak koşak geliyor... Söyleşiyoruz dostça, derince, irdeleyimli... Beş kitabımı alıyor imzalı, derneğinin üyeleri ve kendisi için.
Ve dönüş... Otobüsle döneceğim, çevreyi göreyim diye. Ali Coşar ve Emre Koşak dostlarım beni otogara bırakıyorlar. Otobüs ilerliyor, ilgiyle izliyorum Atatürk'ün bizlere armağanı bu kutsal toprakları. Belen'i merak ediyorum en çok da... Neden Belen? Çünkü Belenli Sarı Ağa var yâdımda. Ve o tarihlere geçen sözü. "Manda isteyin siz... Türk bitti artık..." diyen ABD'li büyükbaş'a Amanos Dağlarını göstererek der ki bu koca yürekli Türk "Biz yolumuzu biliriz, buradan yol gider Kızılelmaya..."
Belen'i böyle belledik işte...
Ve mutlaka yazmam gereken bir izlenim: Antakya kızlarının güzel gözlerinin içi hep gülüyordu, havasından mı, suyundan mı bilemem... Hepsinin öperim gözlerinden...
Son olarak Hatay Büyükşehir Belediyesi'nin (AKP'li imiş) konukseverliğine teşekkür edeyim, bir borçtur bu, kalmasın üstümüzde.