"Göklerde kartal, yerde kökbörü ol"

Kendiyle bu kadar kavgalı/kan davalı, kendi olmaktan bu kadar utanan, kendine bu kadar yabancı, kendine bu kadar düşman, kendiyle yüzleşmekten bu kadar korkan/kaçan, kendini bu kadar aşağılayan, horlayan, iten/kakan, iftiraya boğan;

İronik biçimde de, bütün bu fenalıkları kendini aslında hiç tanımadan yapan/yapabilen bir "güruh" dünyanın başka neresinde vardır/var mıdır bilmiyorum.

***

Yaklaşık dört haftadır gösterimde olan bir "Türk" filmi var:

boru,-selcan-ana-yazi-fotosu.jpg

Börü.

15 Temmuz gecesi -o geceye dair bir acılar hiyerarşisi yapmak mümkün değil ama- göğsümüzde hissettiğimiz en onulmaz sancılarından birinin; Gölbaşı'ndaki Polis Özel Harekat Daire Başkanlığı'na yapılan, 50'nin üzerinde şehit, misliyle gazi verdiğimiz saldırı ve o saldırı sonrasında bir grup özel harekat polisinin -BÖRÜ timinin sağ kalan üyelerinin- sabaha kadar verdiği mücadelenin hikayesi.

Son iki buçuk yıldır bu ülkede olup biten her şeyin sebebi/gerekçesi/temel belirleyicisinin "15 Temmuz" olduğunu düşününce; bu filmin haftalarca kapalı gişe oynaması gerekirdi.

Günlerce yazılıp çizilmesi, gazete köşelerinden selam gönderilmesi, ekranlarda saatler süren tartışmalarda iki kelama olsun konu edilmesi, meydan meydan gezip vatana, millete, devlete sadakat selfisi çeken "15 Temmuz nöbetçisi sanatçı(!)"ların gala izdihamına sebebiyet vermesi gerekirdi;

Hiçbiri yok.

Hanidir, "neden ola" diye düşünüyordum; dün bir sinema sitesinde denk geldiğim eleştiriden sonra idrak ettim;

"Ülkücü filmi"ymiş efendim!

Suçların efendisi!

-Değil aslında da- velev ki öyle;

Bitmeyen uzaklara dalışlar/boşluğa bakışlardan ibaret kasvet manzumelerini "sanat filmi" diye övmelere doyamazken gocunmadın, "magandalık güzellemeleri"ni yere göğe koyamazken, kompleksli etnikçi, bölücü, zırcahil sayıklamalarına entelektüel anlamlar yüklerken gocunmadın da o geniş meşrebin mevzu bahis "ülkücü filmi" olunca mı "seçici" kesiliverdi güzel kardeşim!

Vay efendim neden bozkurt varmış!

Vay efendim neden halk yokmuş!

Vay efendim milliyetçi hamaset yüklüymüş!

Kobranın ejderi takip sahnesi öyleymiş de, F-16'ların çıkardığı ses böyleymiş...

Çok merak ediyorum ya;

Bu yüksek eleştirileri getirenlerden hangisi o gece şehit olan polislerin herhangi birinin ailesini ziyaret etti acaba?

Hangisi, herhangi bir özel harekat polisiyle iki kelam etti?

"Özel Harekat Marşı"nı dinledi mi acaba herhangi biri?

Ne sanıyorlar;

Bu çocuklar vatanı bir çift kadın memesine satanların romanlarıyla beseleyerek mi o "destan"ları yazıyorlar?

"Megri megri" söyleyerek mi ölüme yürüyorlar?

Kol armalarında, dövmelerinde, bekar evlerinde hangi figür var; Hırvatistan'ın ağaç sansarı mı?

Gerçekten de bu kadar dert edildiyse söyleyeyim;

Börü, bir "ülkücü filmi" değil, mensuplarının büyük bölümü "ülkücü" olan "PÖH"ün, o gece Gölbaşı'nda kalleşçe şehit edilen kahramanlarının unutturulmamasına katkıda bulunmaya çalışan bir "Türk filmi"; "dünü bugüne Orhun Anıtları taşıdı, bugünü de yarına biz bu şekilde taşıyacağız" diye özetliyor yapımcı Alper Çağlar gayretlerini.

Ama bu da yüreğinize su serpmez değil mi?

Ne kadar da "ırkçı" bulmuşsunuzdur siz şimdi "Türk filmi" söylemini?

***

Ben filmin "1.1 sürümü(!)"nü yani revizyondan geçmiş halini izledim ve o haliyle gelmiş geçmiş en iyi Türk filmleri listemde hatırı sayılır bir yere yerleştirdim.

Yapımcı Alper Çağlar'a da, yönetmenler Can Emre ve Cem Özduru'ya da, her şeyden önce "o gecenin çamurunu Türk üniformasına bulaştırmamak için" gösterdikleri özel hassasiyet için teşekkür ederim.

Hollywood'un psikolojik operasyonlarını ağzı açık ayran budalası gibi izleyip de, bu anlamlı çabaya burun kıvıranlara kulak asmamalarını dilerim. (Aklına hakaret edilmesine alışmış kitle, "saygı görünce" bir miktar abandone olmuş olabilir sonuçta.)

Ben, Alper Çağlar'ın da, ekibinin de hazırlandıkları "Göktürk Üçlemesi"yle Türk sinemasında bir öncü imza daha atacağına inanıyor, izlemek için sabırsızlanıyorum;

Göklerde kartal, yerde kökbörü olmaya devam etsinler;

Biz buyuz, Türk bu, eller istiyor diye inkar mı edeceğiz yani!

SORU-YORUM

Eyyyy, Ötüken Neşriyat'ın, sadece 3 bin adet bastığı ve 230 liradan satışa çıkardığı "Bozkurtlar" özel baskısına "Ferrari Enzo" muamelesi yapanlar!..

Yılmaz Özdil'in "Mustafa Kemal" kitabının özel baskı fiyatının 2 bin 500 lira olduğunu öğrendikten sonra içinizden de olsa "haksızlık yapmışız" dediniz mi? Şöyle ucundan azıcık da olsa mahcubiyet hissettiniz mi?

Yazarın Diğer Yazıları