Gizli Görev
Geçen haftaki yazımda, devlet kavramının bütün milleti kapsayan bir kavram olduğunu belirtmiştim. Hiçbir kimse veya kurum "Ben devletim." diyemez. Birlikte çalışan kişiler ve kurumlar da "Biz devletiz." diyemezler. Çünkü devlet bütün kişi ve kurumların üstündedir.
Türkiye'de belirli bazı kurumları devlet kabul etmek gibi bir alışkanlık var. Genellikle istihbarat kuruluşlarına ve silahlı kuvvetlere, bazen de belirli yargı organlarına veya bazı bürokratik makamlara "devletlik" atfedilir. Bunlar için sık sık "derin devlet" terimi de kullanılır. Önceki yazımda ve ilk paragrafta belirttiğim gibi bunların hiçbiri tek başına da birlikte de devlet değildir; hepsi de devletin organlarıdır. Elbette bu durum onların değerini küçültmez. Her biri kendi görevleri içinde önemli ve değerlidir.
Ülkelerin istihbarat teşkilatlarının, daha çok yurt dışıyla ilgili gizli görevleri ve bu görevleri yapan elemanları da vardır. Bu görevler ve elemanların yaptığı işler genellikle devlet sırrı kabul edilir ve onların açıklanması da suç sayılır. Son aylarda bu suçlardan yargılananlarla ilgili haberler basınımızda yer almaktadır.
Gizli görev ve operasyonlarda yer alan elemanların titizlikle seçilmesi önemlidir. Bu tür elemanların vatan ve görev aşkından mutlaka emin olunmalıdır. Girişilen operasyonlardan kendileri için çıkar sağlamayacaklarından emin olunmalıdır. Konumlarını, iç politikada kullanmayacaklarından emin olunmalıdır. Sağda solda hava atmayacaklarından emin olunmalıdır.
Cumhuriyetimiz boyunca pek çok gizli görevi başarıyla icra eden birçok kahramanımızın olduğuna ben inanıyorum. Hiçbir çıkar beklemeden, canları pahasına görev yapan kahramanlarımız her türlü takdirin üstündedir.
Ancak… Kendilerine görev veren makamlara dayanarak ve yaptıkları işin tecrübelerinden yararlanarak yasa dışı oluşumlar içine girenler hoş karşılanamaz. Görevi veren makamlar bu tür oluşumlara asla destek vermemelidir, hatta izin de vermemelidir. Tabii ki onları yasa dışı oluşumlara muhtaç hâle de getirmemelidir.
Bu konuda istihbarat teşkilatlarının tutum ve kararları da önem taşımaktadır. Herhangi bir operasyon için kararı kim(ler) ve neye göre verecektir? Şu veya bu istihbarat teşkilatının doğru karar vereceğinden ve doğru eleman(lar) seçeceğinden nasıl emin olabiliriz?
Demokratik ülkelerde istihbarat teşkilatları da millî irade tarafından seçilmiş kurumlara bağlıdır. Ancak Türkiye örneğine bakınca şu soru kaçınılmaz oluyor: Ülkemizde millî iradenin tam olarak tecelli ettiğinden emin miyiz? Siyasi partilerin yöneticileri, hatta çoğu defa partinin genel başkanı, kendilerini seçecek delegeleri belirliyorlar. Böyle olunca millî iradenin tecelli ettiğini söyleyebilir miyiz?
Millî iradenin tecellisine imkân vermeyen seçilmişler, kurumları oluşturuyorlar. Onlar da kendilerine bağlı istihbarat teşkilatlarına yön veriyorlar. Bu durumda görevli memur ve elemanlarımızın vatan ve görev aşklarına, namuslarına güvenmekten başka çaremiz kalmıyor.
Demokrasileri oturmuş ülkelerde önemli kurumların uzun yıllara, bazen yüzyıllara dayanan gelenekleri de oluşmuştur. Biz "yeni" gibi "mucizevi" bir kavramın peşine takılarak gelenekleşmiş tutum ve kurumları da yok etmiş bulunuyoruz. Çıkar peşinde koşmayan, kendini gizleyen tarihî Türk kahramanlığını da unutmuş gibiyiz. Çok da uzak olmayan bir geçmişte önemli işler gören, kahramanları hâlâ içimizde yaşayan bir harekete leke getireceğimizi düşünmeden yasa dışı oluşumlara arka çıkıyor ve onlarla âdeta övünüyoruz.
Yoksa bu da bir gizli görev mi? "Önce gözlerden düşürün, sonra da bitirin şu hareketi!" diye karar alan birtakım mahfillerin, birtakım insanlara yüklediği bir görev mi?
Soruların sonu gelmez. En doğrusu, yasa dışı hiçbir kişiye, oluşuma ve onlara destek verenlere itibar etmemektir. Ölçü bellidir, söz konusu kişi veya kişiler yasa dışı iş(ler) yapmışlar mıdır? Yasa dışı işlerinden dolayı bağımsız mahkemelerde hüküm giymişler midir? Bu sorulara "Evet." diyorsak o kişilerle bizim işimiz olmamalıdır.