Gezi Parkı direnişi ve anlamı
“Gezi Parkı” olayları toplumsal bir reflekstir. Ağzına kadar dolmuş ve gerilmiş olan kolektif bilinç altının bilinç üstüne çıkmasıdır. “Gezi Parkı”ndaki düzenlemelerin ürettiği tepki bir sonuçtur başat bir neden değildir.
Gezi Parkı düzenlemesi yalnızca toplumsal bilinçaltının tutuşturan kıvılcım olmuştur. Toplumsal bilinçaltı, iktidarın yıllardır yürüttüğü gel/gitli ve inişli/çıkışlı politikalarıyla ağzına kadar doldurulmuştu.
Toplumsal bilinçaltı bu kadar gergin, yüklü ve dolu olmasaydı Gezi Parkındaki düzenleme bu denli tepkiye neden olamazdı!
Sorun Gezi Parkı düzenlemesinden ibaret değildir, çok yönlü, çok boyutlu ve çok nedenlidir. Ülkeyi bir baştan diğer başa bir anda saran toplumsal tepkiyi, Gezi Parkı düzenlemelerine duyulan tepkiden ibaret saymak son derece yanlış olacaktır.
Gezi Parkı’ndaki düzenlemenin muhalif ve muvafık alanda meydana getirdiği toplumsal refleks ve akabinde yaşananlar soğukkanlı bir biçimde algılanmayı bekliyor. Gezi Parkı düzenlemelerinin ürettiği toplamsal refleksi algılamak yerine yargılamayı seçenler sorunu içinden çıkılmaz hale getirirler.
Gezi Parkı direnişi siyasetin sosyal üzerindeki ekonomik, kültürel, ahlaki, idari ve hukuki baskısının sonucudur.
Kararlara ve yönetime katılmanın olduğu, kamplaşma ve kutuplaşmanın yaşanmadığı, etnik, mezhep, bölge, cinsiyet farklılığının kışkırtılmadığı, gelir dağılımının sürdürülebilir olduğu, yaşam biçimlerine ve siyasal aidiyetlerine göre vatandaşların ayrıştırılmadığı bir Türkiye’de yüz binlerce vatandaşı, kim arzu etmiş olursa olsun sokaklara çıkaramazdı.
Atanamayan öğretmenler, AVM’ler açıldıkça işlerini kaybeden esnaf, dar gelirli memur, sendikasız ve sosyal güvencesiz işçi, taşeron mağduru, asgari ücretli veya işsiz yığınlar olmasaydı sokaklar bu kadar kalabalık olmazdı.
Bugün Türkiye, Genel Kurmay Başkanı’nın terör örgütü lideri, terör örgütünün gerçek liderinin devletle muhatap edildiği, soyut ve total suçlamalarla yapılan ve toplumun önemli bir bölümünde derin yaralar açan adaletsiz yargılamalarla sarsılan bir ülkedir.
Devletin adının, kurucu liderinin, tarihinin, milli bayramlarının, bayrağının, milletinin tartışıldığı ve tartıştırıldığı bir yerde halkın tamamının olmasa da önemli bir kısmının kendisini köşeye sıkışmış hissetmesi son derece doğaldır. Unutulmasın köşeye sıkıştırılan kediler yüz tırmalar.
Özel yaşamın, yasal ya da yasa dışı dinleme, izleme, görüntüleme ve kayıt altına alınması toplumsal bir paranoya yaratmıştır. İnsanlar, özellikle hükümete yönelik eleştirel söylem ve değerlendirmelerini işaret ve imalarla ifade etmeye başlamışlardı. Türkiye’de “gözlerime bak ne demek istediğimi anlarsınız!” türü davranış, geniş bir kesimde siyasi iletişim aracı haline gelmiştir.
İktidar yetkilileri, “Batsın gazeteciliğiniz”, “Tasmalarınızı çıkardık”, “Bizim dükkânda size iş yok” vb söylemleriyle doğrudan basın ve ifade özgürlüğü baskı altına alınmıştır. Öyle ki, Türkiye televizyonları, ilk günler “Gezi Parkı” gösterilerini yayınlayacak gücü kendinde görememiştir.
Gerçeklere uygun değil diyerek dizi filmlerine, “Ucube” denilerek sanata, “İki Ayyaş” denilerek yasalara, “Kürtaj-Sezaryen” denilerek özel yaşam alanlarına müdahale edilmiştir.
İktidar sahiplerinin insanların özgürlük alanını genişletmekten, demokratik hukuk devletinin gereklerine göre davranmaktan çok, özel yaşam alanlarına müdahale ederek, belirleyici, dayatıcı ve daraltıcı olmaları kaygıları iyice artırmıştır.
Toplumsal yaşam alanları, bir kesimin ahlak anlayışına göre düzenlenmeye kalkmak doğal tepki yaratmıştır. Deleuze’ün “iktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur” sözü bu aşamada hatırlanmayı hak ediyor.
Hiçbir toplum iktidarları tarafından üzerinde her türlü tasarrufun yapılacağı bir kadavra olarak görülmeyi hak etmiyor!
Türkiye’de demokratik taleplere ve halkın tamamının milli ihtiyaçlarına duyarlı bir iktidar olmuş olsaydı, Gezi Parkındaki düzenleme sorunu, ancak örgütlenmiş çevre unsurlarının ve GreenPeace’cilerin marjinal eylemleri olarak arşivlerdeki yerini alırdı.