Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

Gerçek tehlike bu siyasette

Irkçı/bölücü hain terörle mücadelede, geldiğimiz noktayı tespite ve hesabı doğru yapmaya ihtiyacımız vardır. Malum; 15.08.1984’te başlayan terör saldırısının üzerinden 30 yıl 5 ay geçti. Kanlı terör, 1999’da kesin olarak yenilip dağıtılmıştı. Sonra aradan 12 yıl 3 ay geçti. Bu arada, ne demekse, yok edilen terörü yeniden yok etmeye (!) ihtiyaç duyulmuş olacak ki, “demokratikleşme!” ve “özgürleşme!” oyunları başladı. “Demokratikleşme ve özgürleşmek!” için de, Anayasadan Türk adı çıkarılarak, milli devleti tasfiye edip, kimliksiz bir ortaklık devletinin (egemenliğin bölüşüldüğü) kurulması gerekiyordu. Bu yolda bölücü örgütün partisiyle el ele vererek, cüretkâr kavgalar yapıldı, ama olmadı. Vazgeçmediler; Türk seçmeninden, Haziran 2015 seçimlerinde anayasayı değiştirecek oy almaya çalışılmaktadırlar.
Devam edelim. Şimdi de; ırkçı terörün yoğunlaştığı bölgemizde neler oluyor, bunları Türk kamuoyu nasıl algılıyor, milyonlarca kardeşimiz olanı biteni nasıl değerlendiriyor anlamaya çalışalım. Bunun için yapılan araştırmalardan, bölgenin il ve ilçesinden gelenlerden aldığımız bilgilerden ve medya haberlerinden yararlanacağız.
Özellikle, Ocak 2013’te teröristbaşıyla yapılan ve adına “Çözüm Süreci!” denilen “İmralı Mutabakatı” ndan sonra bölgede her gün yoğunlaşarak devam eden terör olaylarını TV’lerde görüyor, gazetelerde okuyoruz. Manzara genellikle şöyledir: 30-40 civarında terörist (haberlerde adları “gösterici” ) bir ilimizin veya ilçemizin bir sokağına çıkıyor; ellerinde molotof bombası, patlayıcı maddeler, bazen da silahlı olarak; tesislere, esnaf dükkanlarına, Atatürk heykellerine, Türk Bayrağına, resmi kurum ve sembollere ne varsa her şeye saldırıyor. Ortalık yangın yerine dönüyor. TV’ler bunları canlı olarak yayınlıyor. Yetkililerin izni gereğince, iş işten geçtikten sonra, TOMA’lı, gazlı, az sayıda polis ekipleri ortaya çıkarak olaya müdahale ediyor. Yetersiz olan güvenlik güçleri zor anlar yaşıyor, sonra teröristler yan sokaklara kaçarak dağılıyor. Geride; yaralanmış, bazen de şehit olmuş polisler, yakılan TOMA, resmi araç ve sembollerimiz, iş yerleri ile ağır zarar görmüş vatandaşımız kalıyor.
Örneği verilen ve sadece bir cadde veya sokakta yaşanan saldırılarla, diğer yurttaşlarımızın, cadde ve sokakların uzaktan yakından ilgisi yoktur. İnsanlarımızın kahir ekseriyeti büyük bir endişe içindedir, hükümetin gereğini yapacağı umudunu taşımaktadır. Bölge dışında yaşayan bizler, yani Türk kamuoyu, medyada gördüğü manzara karşısında “şehirlerimiz teröristlerin eline geçmiş. Yine her tarafı yakıp yıktılar; bu gidişin sonu kötü” algısına kapılmaktadır. Bölgede yaşayan öğretmen, polis, asker ve bütün kamu görevlileri ve hatta bölgenin saygın kişi ve aileleri; çarşıda pazarda, lojmanda, yolda, hasılı her yerde aile efradıyla birlikte teröristlerin tehdidi ve saldırısı altındadır; haklı olarak tedirginlik içindedir. Bazen şehitler de verilmektedir. Eğer güçlü istihbarata dayalı olarak etkili tedbir alınmazsa, terörün karakteri icabı, acıların ve tedhişin (sinmenin) yaşanması son derce tabii hale gelmektedir.
Aynı durumu şehirlerarası yollarda da görüyoruz. Bölücü örgüt, sabahtan iş makineleriyle gelerek, bir ana yolumuzda hendekler açarak, ulaşımı engelliyor, kilometrelerce kuyruk oluşuyor. Böylece, “buraların egemeni biziz” algısı yaratılmaya çalışılıyor. Çok sonra gelen güvenlik güçleri duruma müdahale ediyor, teröristler kaçarak kayboluyor. Saldırıyı TV’lerden seyredenler “bölgenin bütün yolları bölücü terör örgütünün eline geçmiş” algısına kapılıyorlar. Gerçek bu kadar net ve açıktır. Ancak, hep tekrarlanan bu modele göre, yaratılan sahte algı, bütün ülkeye yayılarak, moral bozukluğu yaratılarak, amaçları hasıl olmaktadır.
Yukarıda sıralanan ve herkesi son derece rahatsız eden örnekler karşısında, bölgede yaşayan yurttaşlarımız ne düşünüyor? Bu hususu, şahsi müşahedelerle belirleyemeyiz. Objektif ve bilimsel araştırmalara bakmalıyız. Eylül 2014’te, Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi’nin desteği ile gerçekleştirilen “Türkiye’de kimlikler, Kürt Sorunu ve Çözüm süreci, Algılar ve Tutumlar” araştırmasından birkaç örnek verelim: “Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşıyım %74, Türk Ulusuna mensubuyum %61, ana dilim Türkçe %93, Türkçe dışında bir ana dilim var %6”. Buna göre; %74 ile %61 üst üste konur, çakışan kısımlar çıkarılırsa %98’i, kökenimiz ne olursa olsun hepimiz Türk Milletinin eşit ve şerefli bireyleriyiz, bölünmeyi kabul etmeyiz demektedir.
SONUÇ: Görüldüğü gibi milli birliğimiz çok sağlamdır. Devletimizin gücüne inanıyoruz. Buna rağmen niçin: “Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” gerektiği gibi savunulmuyor? Hain bölücü terör saldırılarına karşı, önceden, istihbarata dayalı ve yeterli güçle müdahale yapılmıyor? Bir avuç hainin şehirlerimizi ateşe vererek, kamu görevlilerini sokaklarda dolaşamaz hale getirip, şanlı Bayrağımızı ayaklar altına alarak, Türk Milletinin ümidini kırıp, vatanımızın bu bölgesini ele geçirmekte olduğu neden görülmüyor?
Gerçek tehlike bu siyasette değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları