Gerçek bir dünyanın içindeyiz
İyi de olsa kötü de olsa gerçek bir dünyanın içindeyiz. Elimizle dokunduğumuz, gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla işittiğimiz gerçek bir dünyanın içindeyiz. Biz Eflatun'un mağarasındaki gölgeler değiliz. Somut, maddi gerçeklikleriz.
2010'larda, Türkiye'de yaşıyoruz. Bütün olumsuzluklarıyla, çirkinlikleriyle içinde bulunduğumuz zamanı yaşıyoruz. Nefes alıyoruz, karnımızı doyuruyoruz, eşimizle dostumuzla dertleşiyoruz. Biz bu hayatın içinde yaşıyoruz.
Bazı dostlarım benden hep kültürle, tarihle, dille ilgili yazılar yazmamı istiyor. Bazı okuyucularımda da bunu hissediyorum.
Kültürle, tarihle, edebiyatla, dille ilgili yazılar yazmak. Bunu ben de istiyorum. Belki dostlarımdan da çok istiyorum. Fakat biz hepimiz 2010'larda ve Türkiye'de yaşıyoruz. Ne zamanın gerçekliklerinden kopabiliriz, ne de mekânın. Ülkede kötü bir şeyler oluyorsa buna ilgisiz kalamayız.
Benden kültür yazıları isteyen dostlarım da ülkenin içinde bulunduğu vahametin farkında. Onlar da karanlıklara doğru gidişi görüyorlar. Ama herkesin farklı bir mizacı var. Kimisi belki de, nasıl olsa bu ülke kurtulur, diyor; onun için biz kendi işimize bakalım, diye düşünüyor.
Evet bu, belli bir mizacın bakışıdır. Fakat benim bakışım öyle değil. Eğer ortada vahim bir durum varsa, ülke bağımsızlıktan, Türk olmaktan uzaklaştırılmak isteniyorsa benim kendimi sadece kültür ve araştırma işlerine hapsedip gidişe kayıtsız kalmam mümkün değil.
Zaman zaman "Ben ne yapabilirim ki?" diye düşünmüyor da değilim. Ama bence hepimizin, tek tek her birimizin yapabileceği bir şeyler var. Zerre miktar da olsa üzerimize düşeni yapmak aynı zamanda görevimiz.
Ben de kültürle, tarihle uğraşmak istiyorum. Uğraşıyorum da. Hatta zamanımın çoğunu Türklüğü, Türk'ün tarihini, Türk'ün dünyasını araştırmaya ayırıyorum. Çünkü ben bu konuda yetiştim ve dolayısıyla bu benim asli görevim. Fakat 2010'ların Türkiye'sinde yaşadığımı da unutmuyorum. Türklüğün bugününü, bugün içinde bulunduğu durumu, yarınını da düşünmek zorundayım. Meydanı mefistolara, iblislere bırakamayız.
Bir yerdeki konuşmamda öfkelenip şöyle bağırdığımı hatırlıyorum:
"Bu adamlar bize Türk Dünyası'nı unutturdu; Türkiye'nin derdine düştük, bunlar yüzünden Türk Dünyası ile uğraşamaz olduk."
"Öfkelenme" sözüne de takılanlar olabilir. İzmir'e, Aydın'a, Muğla'ya bağlı Türk adalarında Yunan bayrakları dalgalanacak, Yunan millî marşı okunacak ve biz öfkelenmeyeceğiz öyle mi? Birileri sürekli "Biz aldandık." diyecek, o aldanmalar yüzünden binlerce insanımız ölecek ve biz öfkelenmeyeceğiz öyle mi? Birileri "Türk'üm." demekten utanacak, kendi utancını, daha doğrusu utanmazlığını bütün millete yaymaya, zorla kabul ettirmeye çalışacak ve biz öfkelenmeyeceğiz öyle mi?
Sevgili dostlarım, aziz okuyucularım. Hepimiz 2010'ların Türkiye'sinde yaşıyoruz. Hepimiz etimizle, kanımızla, beynimizle, ruhumuzla bu hayatın içindeyiz. Her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Toprağımız ayağımızın altından kayıyor; sularımız, limanlarımız, ormanlarımız yabancı postallara çiğnetiliyor. Bazıları, "Bu ülke Türklerin ülkesidir; Türk'tür ve ebediyen Türk kalacaktır." demeye ar ediyor. Fesliler, cübbeliler, peçeliler, kerrakeliler tepelere doğru tırmanmış; oralardan kutsallarımıza dil uzatıyor. Yakınlarda koylarımızı da dolduracaklar.
Ülke viraneye dönüp üzerinde baykuşlar ötmeye başlayınca mı bu vatanda yaşadığımızı hatırlayacağız? Hepimiz bu topraklarda, bu vatanda yaşıyoruz. Ben de öyle. Toprak ayağımızın altından kayarken buna nasıl bigâne kalabiliriz?