Genel Başkan değil rejim değişiyor

Politikalarını onaylayın, onaylamayın, yakıştırın yakıştırmayın, gerçek;

O -Ahmet Davutoğlu- Türkiye Cumhuriyeti'nin "seçilmiş" Başbakanı'ydı.

Dün yutkuna yutkuna, ağlamakla ağlamamak arasında gidip gelerek yaptığı konuşmada ne demiş olursa olsun hukuken hâlâ da öyle, hâlâ ülkenin "seçilmiş" Başbakanı.

Darbeye uğradı!

Dün -onu nasıl resimleyeceklerini bildiği onlarca kameranın, aklından neler geçtiğini okumanın zor olmadığı onlarca muhabirin karşısında- çıktı ve milyonlarca insana "kovulduğunu" açıkladı; "sürgün"e yollandığını!

***

Davutoğlu bu sona, teorisyeni olduğu "sıfır sorun" politikası fena halde çuvalladığı ve ülkenin dört tarafı "sırf sorun"la kuşatıldığı için muhatap olmuş olsaydı; "eyvallah"tı.

"Açılım"ın ortaklarından biri olduğu için, "Dolmabahçe mutabakatçısı""sağ kolu" yaptığı için mesela, üç-beş ayda yüzlerce evladı bu ülkenin patır patır toprağa düştü diye, memleketin "yönetilemez" hale gelişinin hesabını vermek üzere muhatap olmuş olsaydı; "eyvallah"tı.

Ankara patlamasından sonra, İstanbul patlamalarından sonra "canlı bombayı ölü olarak ele geçirdiklerini" açıklamak için değil de "kabinesiyle birlikte istifa etmek üzere" gelseydi önümüze; bugün o gün olsaydı; "eyvallah"tı.

"Hırsız"ları Yüce Divan'a göndermeyi isteyip de beceremediği gün kapıyı çarpıp çıksaydı; "eyvallah"tı.

Daha bir çok yerde, zamanda, sebeple yapmış olsaydı Davutoğlu dünkü "veda konuşması"nı; hem "eyvallah"tı, hem de siyasetteki en büyük iddialarından biri olan o "erdem hareketi"ne vücut verdiği için "kahramanlaşmayı" bile başarırdı.

Ama şimdi olan başka. Başka ve hiçbir demokraside kabul edilemez; en "ileri(!)"sinde bile!

***

Davutoğlu konuşurken sosyal medyaya baktım; sosyal medya dediysem troller, yumurtalar değil, siyasetçi eskileri, muhalefet milletvekilleri, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler; yani aklı başında, toplumun önünde varsaydığımız yığınla "adam(!)";

Dalga geçiyorlar.

Hunharca. Haz alarak. Zevkten dört köşe!

Ağlanacak halimize güldüklerinin bile farkında olamayacak denli körlük içinde.

Demek ki sahiden mümkünmüş;

Sahiden bir devlet tarihe karışmakla karışmamak ayrımındayken o devletin taşıyıcı sütunları olması gereken beyin takımı "meleklerin cinsiyeti" kıvamında bir gündeme kelepçeleyebiliyormuş zihnini!

***

"Ne olacakmış canım, Genel Başkan'ın yetkilerinin budanması kötü müymüş, hem siyasi partilerde "tanrı-lider"den şikayetçi değil miymişiz, AKP yine demokraside eşik atlatmış..." diyenler bile var. Ama hiçbiri "Nasıl oluyor da Cumhurbaşkanı, bir siyasi partide, o siyasi partinin seçilmiş Genel Başkanı'ndan daha yetkili olabiliyor" diye sormuyor. Hiçbiri Cumhurbaşkanı'nın "siyasi parti genel başkanı atama"sının mahsurlarını sorgulamıyor. Hiçbiri, bir Cumhurbaşkanı'nın "hangi hakla bir siyasi partiye kongre yapma talimatı verebildiğine" hayret etmiyor. Hiçbiri günlerdir yandaş köşelerde Cumhurbaşkanı'ndan "AKP'nin gerçek lideri" diye söz edilmesini garipsemiyor.

Olağanlaştı çünkü hepsi. Normalleşti. Ve şimdi Anayasa'ya alenen aykırı bu iklim bütün arazlarıyla "kabul edilerek", bu "iklim" üzerine olacaklar tartışılıyor sadece.

Olası hiçbir ihtimalin "demokratik hukuk düzeni", "millet egemenliği" ve "vicdan" nazarında meşruiyeti olmadığı halde...

Hemen teşhisi koydular;

"Daha kukla" olanını arıyor.

Velev ki öyle; böyle beşlik simit gibi sırıtarak, el ovuşturarak izlenecek bir hal mi?

Ki "daha kukla" olanını değil "kukla"ya ihtiyaç duymayacağı sistemin "anahtarı"nı arıyor.

***

O eşsiz siyasi dehalarıyla hemen okudular "büyük resmi":

AKP kongreye gidecek. Sonra yeni genel başkanla baskın seçim. MHP de kongreye gidemeyecek. Akabinde referandum. Ve Türkiye Cumhuriyeti artık "parlamenter sistem"le yönetilmeyecek.

Ya sonra?

Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasının, devletin zirvesinde oturuyor olsa bile, en nihayetinde bir tek kişinin bekasıyla eşitlenmiş olmasının sonuçlarını tahayyül edebilen var mı?

Peki ya tersini?

Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin; devletin zirvesinde oturan o bir tek kişiyi siyasetten silmek pahasına beraberinde devleti de silebilecek kadar gözü dönmüş "karşı" tarafın kontrolüne geçmesi haline neler olabileceğini?

Ve her iki ihtimalde de devleti kuran, yaşatan iradenin, ideolojinin "oyun dışı" kaldığını; işin sonunda "yaşam hakkı" da bulamayacağını?

***

Ne 27 Mayıs, ne 12 Mart, ne 12 Eylül, ne 28 Şubat, ne kumpaslar; Türkiye Cumhuriyeti hiçbiriyle becerilemeyenin; rejim değişikliğinin kıyısında. Ve diğerlerinden farklı olarak "yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal" kıskacındaki millet kendi kendine indirecek bu darbeyi; sığınacak limanı olmadığı için!

Türk Milliyetçileri, an itibarıyla mevzu bahis sahiden vatan olduğuna göre neleri feda edebileceklerini hiç düşündüler mi? 5 ay sonra bambaşka bir ülkede yaşıyor olabileceğimiz ihtimaline karşı bir "B planları" var mı? Hiç değilse "yol başçı" saydıkları abide şahsiyetlerin bu tip "kırılma" anlarında sergiledikleri duruşu sergilemeye hazırlar mı? Misal; "Cumhuriyetin temel nitelikleri, devletin şekli"nin korunması garantisine karşı, "iktidar iddiaları"nı bir başka bahara erteleyebilirler mi? Ama hepsinden önce böyle bir "garanti" alabilecek "stratejik derinlik"li hamleleri var mı bir kenara yedekledikleri?

Yazarın Diğer Yazıları