Gelecek bin yıl(lar)da da buradayız!
Hem 7 Haziran hem de 1 Kasım seçimleri öncesinde, Gaziantep'teki propaganda çalışmalarını izlemek üzere gittiğimde ekibindeki gençlerden biri "Ümit Özdağ'ın ideolojik saati 11 Eylül 1980'de durmuş" demişti;
"Vatan kurtarma" sorumluluğunu gönüllü olarak üstüne alan "ocaklı gençler"e benzetiyordu onu.
Ne yalan söyleyeyim, o gün, "Hoca mı? Yok artık!" diye geçirmedim değil etrafındakileri dinlerken. "Ne alaka"ydı; Ümit Özdağ benim gözümde "soft power"ı temsil eden, söylemiyle kitlesel etki kurma becerisine sahip, gelin görün ki hiç de öyle "eylem adamı" filan olmayan, "teorisyen" cephesindeydi siyasi mücadelenin.
Yanıldım galiba.
Uzun süre zaman geçirdiğinizde fark edilmeyecek gibi değil; Özdağ'ın içinde dışavurmak için fırsat kollayan bir "ülkü ocaklı genç" var, onun heyecanı, "her şeye rağmen" inanmışlığı, terbiye edilmemiş, orası burası budanıp kalıba sokulmamış ülküleri var; en azından karşısındakinde yarattığı algı böyle.
***
Özdağ, geçmişte uğradığı "ajan" gibi yaftaların, bizzat bunları boynuna asanlar tarafından kaldırılmasına yarayan "MHP Genel Başkan Yardımcılığı" görevini kabul ettikten bir süre sonra, parti yönetimine yaptığı "Türkiye için arzu ettiğiniz demokrasiyi MHP içinde de işletin" çağrıları karşılıksız kalınca, "parti içinde parti eliyle aklanmış(!)" halde istifa etmiş ve bundan sonra da Genel Başkanlığa aday olduğunu ilan etmişti biliyorsunuz.
***
Adaylığını, Tayyip Erdoğan'ın "kalesi/evi" Rize'de açıkladıktan sonra, "Büyük Kurultay" yürüyüşünü de yine sembolik anlamı yüksek bir yerden, Anadolu'nun yeni Türk fethine açıldığını Malazgirt'ten başlattı Özdağ.
-Doğum günüm 26 Ağustos diye herhalde- ayrı bir duygusal aidiyet de hissettiğim o zafer coğrafyasına uzanan "tarihi" yolculukta Özdağ ile birlikteydim. Şöyle özetleyeyim:
Sabah "Yiğitler kan döker, bayrak olmaya/Anadolu başlar vatan olmaya…/ Kızılelma'ya hey… Kızılelma'ya!!!" diye "Malazgirt Marşı"yla havalandığımız Ankara'ya; akşam "Vefalı Türk geldi yine/Selam Türk'ün bayrağına" diye indik.
Gördüğüm;
"Ve bir sabah/Tan ağırırken Yüce Tanrıdağı'nda, Kürşad'ın gür sesi duyulacak; "Atlar Vey ırmağında sulansın/Güneş doğduğu yerde karşılansın!"/Emri tekrar edecek /Gök, deniz, toprak/Bozkurtlar uluyacak Tiyanşan'dan/Biz de sizdeniz, biz de sizdeniz" diye şiirler okuyan, marşlar söyleyen, vaktinin hiç de azımsanmayacak bir bölümü "bir yanı Cudi'ye diğer tarafı Gabar'a bakan" karakollarda geçen, öte yandan bu hengamenin ortasında bile "öğrencilerine, yarına, Türkiye'ye söyleyecek sözlerinin içini dolduran" akademik çalışmalarını ihmal etmeyen, ideolojisini günlük pratiğinde yaşayan ve etrafındakileri de yaşamaya sevk eden biri; onun için hatırladım Gaziantep'teki o "11 Eylül 1980 ruhu, coşkusu" benzetmesini.
***
Muş Havalimanı'ndan, önünde Özdağ'ın resmi ve MHP'nin logosu üç hilaller olan otobüslerle, yani "göğsünü gere gere" gitti Özdağ Malazgirt'e. Yol boyunca görev noktalarında karşılaştığımız askerler -abartmıyorum- yare kavuşur gibiydi. Keza korucular… Aldığımız her selamda, bu terk edilmişlik psikolojinin oluşmasını engelleyemememize hayıflanarak biraz da, duygulandık tabii. "Biz" derken bu ülkeye duyduğumuz ortak aidiyetten dolayı yanyana konumladırdım önceki gün yer aldığım heyetle kendimi; yoksa okuduğunuz her satır bir gazetecinin gözledikleri… Vatan aşkından parçası olmuş olabilirim Malazgirt'teki soluduğu havanın ama mübalağasız cümlelerim.
***
İlk durağımız Alparslan Camii. Malazgirt'ten dünyaya Türk Milleti adına "gelecek bin yılda da buradayız" demeden önce burada Cuma namazı kıldı Özdağ ve beraberindekiler. Sadece Ankara değil; Van, Kars, Iğdır, Erzurum, Batman, Şırnak, Bingöl; Doğu ve Güneydoğu'nun farklı illerinden çok sayıda ülkücü ve tam manasıyla "kelle koltukta" görev yapan korucular da vardı Özdağ'ın yanında. Korucuların dertleri malum; devletin yanında, terör örgtünün karşısında ve fakat sahipsizler. Sigortaları yok, beylik silahları yok. Sırf bu nedenle mesela; "barış süreci(!)" dedikleri ucube günlerde 12 korucu katledilmiş, silah taşımalarının yasak olduğu "şehir merkezleri"nde. Açık hedefler nihayetinde.
Yıllarca Güneydoğu'da yine "kaderlerine terk edilmiş halde" var olmaya çalışan Türk Milliyetçileri'ne gelince, yarı sitemkar, "Batıda ülkücülük bakkaldan çiklet almak gibi… Burada ülkücü olmak için ise mangal gibi yürek ya da kafada çatlaklık olması lazım. Biz ülkü delisiyiz…" diyorlar.
Aslında herkesin beklentisi aynı;
"Gelin yeter!"
"Aş değil, iş değil, benliğimizi korumamıza, kaybettiysek kazanmamıza yardımcı olun, bizi biz yapın" diyorlar;
"Bizi biz yapın" anlayana, anlatmaya kalksan külliyatlara sığmayacak bir çağrı.
***
Özdağ, açıklamasını Cuma namazı çıkışı ziyaret ettiği, Anadolu'nun kapılarını simgeleyen iki yüksek sütun ve yeniden başlayan Türk fetihlerini sembolize eden boşluktan oluşan Zafer Anıtı'nın önünde yaptı. Mesajı:
"Nerede başladıysak yine oradayız; gelecek bin yılda da buradayız!.."
Bunun sadece asker-polisin mücadelesiyle başarılamayacağını vurguluyor Özdağ:
"Asker ve polis coğrafyayı savunur, zihinleri savunmak siyasetin işidir. Gelmediğiniz yeri koruyamazsınız, biz geleceğiz, 'birlikte' olduğumuzu söylemekle kalmayıp hissettireceğiz ve bu topraklardan da, buradaki insanlarımızdan da vazgeçmeyeceğiz…"
Bütün "engel"leri aşarak.
Nitekim önceki gün Varto yolu kapanmış ve Erzurum'dan Muş'a gelecek heyetin geçişine izin verilmemiş. Gerekçe; "PKK hakimiyetinde"! Cuma namazı kılınacak cami belirlenirken imamların tedirginlikleri… Özdağ'ı görmek için gelen devlet memurlarının sevinçlerini ifade edip "afişe olmadan(!)" uzaklaşma gayretleri… Sonra apayrı bir yazı konusu; daha devletin ne olduğunu bile bilmedikleri yaşta devletten korkan üç küçük, ürkek çocuk Elvin, İlayda ve Yusuf… Elini ve aracısız uzattığında tutmaya hazır halleri…
Ve günün hepimizin burnunun direğini sızlatan anları:
Malazgirt Jandarma Komutanı Binbaşı Arslan Kulaksız, 2015 yılında eşiyle birlikte uğradığı PKK saldırısında şehit olmuştu. Özdağ, o komutanın görev yerini, silah arkadaşlarını ziyaret etti ve başsağlığı diledi. Dolu dolu gözler, ukde gibi kelimeler, yutkunarak zar zor çıkan kelimeler; anlatılır gibi değildi… Şu kadarını söylemekle yetineyim; "unutulmuş" o kahramanların asaleti karşısında kendi adıma ezildiğimi hissettim.
Tanıştığımız özel harekat polislerinden biri Kırklareli'li, diğeri Tekirdağlı çıktı; Hayrabolu'dan üstelik. Üstelik bütün ailemin okuduğu okulun müdürünün oğlu… Ve elinde sillah, kellesi koltuğunun altında Muş'u savunuyor, gururla!
Velhasıl;
İyi ki gitti Özdağ Malazgirt'e… Genel Başkanlık yarışın, kongre polemiğinin dışında ve çok daha büyük bir şey yaptı; Hasköy'de mola verip esnaf, esnaf, kahvehane kahvehane dolaştı ve "Biz hep devletimizin yanında olduk. Ama "barış süreci"nde "özerklik" vardı burada. Artık her şeyin bittiğine, başka bir dönemin başladığına inandı herkes. Bu yeni yapının içinde barınabilmek için, devlet yoktu zaten, toplum da vazgeçti… Gelin, bizi unutmadığınızı gösterin ki mücadele edebilelim…" diyen Muşlulara vazgeçmemeleri bir ümidin varlığını hatırlattı…