Gaziantep ve Kilis'te neler oluyor!

İktidarın; aylardır ısrarla savunduğumuz dış politika değişimine adım atması ülkemiz için bir "umut" sinyali olarak değerlendiriyor.

Ne var ki Başbakan'ın çok geciken "barış fısıltısı"nın Saray tarafından desteklenmediği gibi, bozulabileceğinden de korkuluyor.

Zira, "ey Mısır", "ey İsrail", "ey Suriye" ve "ey Rusya" gibi naralar hiç unutulmuyor.

Oysa, Türkiye'nin barışa ve huzura öyle ihtiyacı var ki!

Geçtiğimiz hafta sonunu Gaziantep ve Kilis'te geçirirken, bölgenin ne tür bir "kaos" içinde olduğunu müşahede etmenin üzerimizdeki etkisini unutmak elden gelmiyor.

Gerçekten de, "davetsiz misafirler"in oluşturduğu atmosferi çözümlemek için, "insani yaklaşımlar" bile yetmiyor.

Bu dramın rakamlarla ifadesine kalkışılırsa şöyle "korkutucu" bir tablo ortaya çıkıyor.

Her şeyden önce, Gaziantep'te 400 bine yaklaşan mülteci yaşıyor.

Kilis'te ise; nüfusun nerdeyse %60'ını Suriyeli misafirler oluşturuyor.

Gaziantep'te ne yazık ki, "İnönü" caddesi veya bulvarı artık "Suriye" diye adlandırılıyor.

Suriyeli çocuklar -gençler-, caddelerde sokaklarda şehirlerde gezinirken tabelalarda Arapça harfler yer alırken, vitrinlerde de yöresel mallar sergileniyor.

Velhasıl, Türk-Arap karışımı bir atmosfer hem Gaziantep'in hem Kilis'in tarihi yapısını ve folklorik dokusunu bozuyor.

Suriyeli mültecilerin çoğu, çadır veya konteynerden yapılma kamplarda, çeşitli zorluklar altında hayat mücadelesi ile karşılaşıyor.

Kısacası, Suriye'de sözde "Arap Baharı"nın iç savaşa dönüşmesinden sonra başlayan muazzam göç dalgalarıyla mülteciler her zaman ve her yerde var olma savaşı veriyor.

Bu arada, hiçbir hakka sahip olmadan yaşayan mülteciler aynı zamanda, iyi gitmeyen her şeyin sorumlusu olarak gösteriliyor.

Öte yandan, göçmenlerin sorunlarına kalıcı çözümler üretmeyi öteleyen devletler savaşlara akıl almaz yatırımlar yapmakta ve mültecileri kayıtsız ve ucuz emek gücü olarak yedeklemekte hiçbir sakınca görmüyorlar.

Hatta, kendi aralarında bir alış veriş nesnesi olarak mültecileri "değiş tokuş" edecek kadar alçalabildikleri hepimiz tarafından biliniyor.

Soruna bu gözle de bakmak icap ediyor.

Madalyonun ters tarafında görülenler, insanlığa "utanç" veriyor.

Genel olarak; Türkiye'deki Suriyeli mülteci sayısı 2 milyon 747 bin ve bunun neredeyse yarısını çocuklar oluşturuyor.

Okul yaşındaki çocukların sayısı ise 860 bini geçiyor.

Türkmenler yine unutuluyor

Suriyeli çocukların yanı sıra, Türkmen kardeşlerimizin her bakımdan feci durumları pek açıklanmıyor.

Anlaşılan odur ki "Türkmen misafirler" daha çok zorluk ve acı çekiyor.

Zira Suriyelilerin, çoğu masraflarını çeşitli kurum ve kuruluşların yanı sıra Birleşmiş Milletler ile Avrupa Konseyi tarafından karşılandığı sanılıyor.

Gaziantep ve Kilis'te Basın Konseyi Yüksek Kurulu üyeleri sıfatıyla kaldığımız 3 günde, her iki şehrin Vali ve Belediye Başkanları ile Baro Başkanları'nı ziyaret edip görüşürken, çelişkili bilgiler ve beyanlar edinmek, sorunun ne denli "çapraşık" olduğunu kendiliğinden ortaya çıkarıyor.

Her ne kadar, Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı tarafından Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği (UNHCR) desteğiyle yürütülen, Suriyeli çocukların eğitim ve psikososyal durumlarının desteklenmesi projesi kapsamında, bölgede yaşayan 17 bin den fazla Suriyeli çocuğa gösterilen ilginin bir bölümünü gözlerimizle görme fırsatı, gönlümüzü ferahlatmışsa da yine de burukluğumuz halen devam ediyor.

Özellikle Vakıf Başkan Vekili gazeteci arkadaşımız Muzaffer Baca'nın kurul üyelerini davet ettiği, vakfa ait hastanenin konumu ve faaliyetleri gönüllere su serpiyor.

Böylece "Evimizde öldürülüyoruz. Biz haberlerde alt yazı değiliz. Acele edin. Ölüyoruz. Kilis saldırı altında. Vatan saldırı altında evlerimize roketler düşüyor. Üzerimize şarapnel yağıyor. Evimizde öldürülüyoruz, Sokakta öldürülüyoruz" şeklindeki çağrıya Basın Konseyi Yüksek Kurul Üyeleri yanıt vermiş oluyor.

Anlaşılan, sağa sola "ey" naraları atmakla sorunlar çözülmüyor.

Yazarın Diğer Yazıları