Sanayi Mahallesi - Seyrantepe Metrosu’ndan başlayarak, düğün cemaati sarı-kırmızı kostümleri ile, şarkıları ile adeta koştura koştura gidiyorlardı “mabed”lerine.
İnsanların hayatında en çok iz bırakan günlerden biri doğdukları gün ise, bir diğeri evlilik ve diploma törenleridir.
Spor kulüpleri için ise, şampiyonluktur “Düğün”...
Her defasında da, “ilk düğün, ilk diploma töreni, ilk doğum günü gibi” kutlanır. Tadına da doyum olmaz. İlk günkü gibi aynı heyecan, aynı coşku, aynı vecd içinde doruğa tırmanır duygular.
Dün de Sarı Kırmızılı bir düğüne davetliydim.
Spor yazarı kimliği ile.
Ne “kız” ne de “oğlan” tarafıydık.
Ama düğünün coşkusuna ilk dakikalarından itibaren, hatta “Düğün salonu” yolunda tanık olarak, anbean yaşayarak.
Daha, Sanayi Mahallesi - Seyrantepe Metrosu’ndan başlayarak, düğün cemaati sarı-kırmızı kostümleri ile, şarkıları ile adeta koştura koştura gidiyorlardı “mabed”lerine. Stada vardığımızda on binlerce taraftarın davullu zurnalı, yüksek volümde müzikli, maalesef biraz da (çokça diyelim) küfürlü kutlamaları arşa yükselmekteydi.
23’ncü şampiyonluğunu kutlayan Galatasaray, en ideal konumda hazırdı bu kutlamaya. Düşünsenize, geçen haftadan “cebine koymuştu” şampiyon ünvanını. Dahası, ezeli ve ebedi rakiplerinden Fenerbahçe’yi evinde ağırlıyordu. Bir de onları yenip bu “düğünün pastasının” üzerine bolca çilek döşemeyi hayal ederek çıktılar Ali Sami Yen Spor Kompleksi Nef Stadyumu’na.
Her takımın kendi “mabedi” böyle günler için özel olarak hazırlanır. Galatasaray da öyle yapmıştı. Esas kutlamayı, maç sonrasına bırakarak.
Daha maç öncesinde yoğun bir menfi tezahürata maruz kalan konuk ekip Fenerbahçe’nin de, koca bir sezonu çoğunlukla “kendi edip kendi bulan ve geride kalan bir takipçi” sıfatı ile çıktığı Ali Sami Yen’de tek amacı, “Şampiyonu evinde yenip, ağzının tadını kaçırmaktı”...
Her iki ekibin de ideal sayılabilecek bir kadro ile çıktığı maç, günün anlam ve önemine yakışır bir gerginlik ve tempoda başladı. Böyle günlerde, iyi futbol ya da göze hoş gelen oyundan ziyade “hata yapmamak” her şeyden önemlidir. Senaryo da zaten bunun üzerine kuruluydu. Sahada bu ligde ve belki de Avrupa çapında önemli sayılabilecek pek çok oyuncu olmasına rağmen, benim gözüm, (biraz da ne kız ne oğlan tarafı olduğumdan ve tarafsız yorumcu olarak) iki evladımız üzerindeydi.
Arda Güler (FB) ve Kerem Aktürkoğlu (GS)
Bu iki çocuğu çok beğeniyorum. Yalan yok. Bizim takımda olsalar neler vermezdim. Ne Icardi ne Valencia. Ne Torreira ve Batshuayi...
İlle de bizim çocuklar.
Nitekim ilk yarıda en etkili ve göz dolduran hareketleri de bu çocuklardan gördüm.
Dakikalar 23’ü gösterdiğinde, yukarıda sözünü ettiğim temkinli oyun ve Galatasaray’ın saha ve seyirci avantajını kullanarak kurduğu görece baskı haricinde, tribünleri şöyle “ayağa kaldıran” bir pozisyona tanık olmadık desek yeridir.
Gol lazımdı maça, biraz olsun lezzet katabilmek için.
Ve o “lezzet” 29’da Nicolo Zaniolo’dan geldi.
Aniden geliyen atakta soldan kaçırdılar Zaniolo’yu ve yakın mesafede çaprazdan sert bir vuruşla Fenerbahçe kalecisi İrfan Can’ı avladığında düğünün ilk meşaleleri ateşlenmiş. Artık “La Cumparsita” faslı geçilmiş, “Çiftetelli” kısmının zamanı gelmişti ev sahibi takım için.
Oyun havaları çalıyor ama bir o kadar da gerlim yükseliyordu. Hemen her faulde, oyuncular birbirlerine “horozlanıyor”, kenar yönetim ve yedeklerin de dahil olduğu çoklu itiş kakışlar başlıyordu. Derbilerin karakteri bu. Özellikle de GS -FB derbilerinin.
39’da soldan hızla getirilen topta, sağ çaprazda Zaniolo neredeyse direğin dibinde dokunabilse maç çoktan kopacaktı. Ama ıskaladı.
Bu dakikalarda “Derbi” biraz daha “Derbiye” benzemeye başlamıştı sonunda. Ama yine bu dakikalar itibatıyla Fenerbahçe defansının üzerine gelen topları kronik “sektirme” huyu yüzünden Cim Bom’un ikinci gole yaklaştığını hisseder gibi oluyordu bütün stat. Futbolun “fundamental”idir bu. Böylesi gergin maçlarda rakip böyle hatalar bekler hep. Yakaladı mı da, iyi forvetleri de varsa, affetmez.
İlk yarının “tek taraflı” mücadelesinin en somut örneğini de, kronometre 45’i gösterdiğinde, Fenerbahçe’nin ilk (ve biraz da umutsuz) şutunun Arda’nın ayağından gelmesiydi.
İkinci yarının ilk dakikasında da görünüm değişmedi. Konuk Kadıköy takımı, adeta “Bu 1-0’a bile razı” bir mahkumiyet duygusu ile kalecisinden aldığı topları bırakın rakip kaleye, orta sahada bile aktaramaz durumdaydı.
Eh, haliyle bu duruma, ekran başında “ikincilik” hayali kuran Beşiktaşlılar’ın yüreğine su serpmekteydi.
Ve GS dalga dalga gelmeyi sürdürüyordu.
57’nci dakikada soldan gelen harika topu, uçarak kafayla kaleye yollaması beklenen Icardi’nin az farkla hedefi tutturamaması, erken bir kutlamadan mahrum etti Galatasaraylılar’ı...
62’de ceza sahasına tam girdiği sırada rakibi Zaniolo’yu indiren Peres, kırmızı görerek takımını 10 kişi bırakıyor ve ev sahibi takım da taraftar da, daha da coşuyordu.
Jorge Jesus, 66’da, “sanki herkes iyi oynuyormuşçasına” ala ala Arda’yı oyundan alıp belki de “Bari biraz to tutar” ddiye Emre’yi oyuna sokarak, Fener taraftarına daha da fazla saç baş yoldurmayı tercih etti.
Ve maça beklenen dokunuş 71’de geldi. Sol kanattan kullanılan kornerde yakın mesafeden isabetli dokunan Icardi, şampiyon taraftarı coşturdu.
Seyrantepe’de “Aşkın Olayım”ın ezgileri ile yankılandı.
Bu kez daha fazla meşale ve cep telefonu ışığı, Seyrantepe’yi ışıl ışıl yapıyordu. Tribünler “üç üç üç” diye zıplamaya başladı bile... “Zıplamayan rakip takımdan olsun” diye de ekliyorlardı.
Bu coşku ile 79’da Kerem’in pasında topu alan Zaniolo, skoru 3-0 yaptığında bu kez Ali Sami Yen’de meşale ve dumandan göz gözü görmemeye başladı.
Artık “Şampiyonluğun tadını” iyice çıkarmaya başlamıştı Sarı Kırmızılılılar. Sahada 2’li, 3’lü top çevirmelerle tribünü “Oleeey”lere davet ediyordu futbolcular da.
Fenerbahçe mi?
Bugün sahada öyle bir takım mı vardı?
Vallahi aradık, billahi aradık. Koskoca Fenerbahçe’yi bu duruma sokan her kimse, o da herhalde saklanacak yer arıyordu bu dakikalarda.
Jesus mu dedi biri?
Hiçbir hoca oyuncularına “Çıkın da bu kadar kötü oynayın” demez. İnanmam.
87’de Okan Buruk maçın yıldızları arasındaki Kerem ve Zaniolo’yu alkışlar arasında kenara alırken, Çevik Kuvvet de “Son düdük” hazırlıklarına başlamıştı bile.
Sarı Kırmızı gece, muhteşem kutlamalarla sona erdi diyemeyeceğim.
Çünkü sabahlara kadar süreceğinden eminim.