Bütün ülkeler gibi biz de çok zor günler yaşıyoruz. İnşallah bugünleri de birlikte sorumluluk anlayışı içinde aşacağız. Yeter ki küçük hesaplara, devamlı nükseden eski yanlışlara hiç olmazsa bugünlerde takılıp kalmayalım.
Az da olsa kimimiz malum öldürücü virüse karşı alınan gerekli tedbirlerden rahatsız ve sözde habersiz, spora ve yürüyüşe, balık tutmaya başlamış veya tatil yapma merakındayız. Bazıları ölüm öncesi sokak özgürlüğünü oynuyor! Protesto partileri düzenliyor, sokağa inip halaylar çekiyor ve sözde tatmin oluyor. Ancak ücretsiz izinli ve işten çıkarılan işsiz ve ekmeksiz kalan vatandaşımız, ödenemeyen kredi kartları, açılamayan okullar, ödenemeyen faturalar onları pek ilgilendirmiyor. Bunlar sanki Türk Milletine mensup olma şuurunu kaybetmişler.
Kimileri Osmanlı-Cumhuriyet kavgasını körüklemekle sanki görevli… Kuruluş, Kurtuluş ve Abdülhamid filmlerinden rövanş almak için sanki “Ya İstiklal Ya Ölüm” filmi çevrilmiş ve Atatürk methediliyormuş… Bunun hesabı sorulurmuş! Milli tarihe bir bütün olarak bakamayanlara adeta Osmanlı-Cumhuriyet maçı oynatılıyor. ABD’li sözde dostlarımız ve AB çevreleri de hakem rolünde… Bunlar dün Osmanlı’nın düşmanı idiler; bugünde Cumhuriyet Türkiye’sinin… Dün Osmanlı’yı Balkanlardan çözenler bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu’dan çözmeye uğraşıyor. Osmanlı’yı savunur gibi görünenler dünün işgalcileri ile iç içe, yine teslimiyetçiliği ve mandacılığı oynuyorlar. Millî Mücadele’de keşke Yunan kazansaydı diyebilen meczupların devamı bunlar… Bunların duvarlarda Atatürk resminin bulunmasından şikayetçi olan Kumkapı meraklısı AB yetkililerinden ne farkı var? Belki sadece isimleri bizden. Atatürk, Millî Mücadele ve Cumhuriyet düşmanlığında o kadar hızlılar ki; sanki Osmanlı iç ve dış ihanetle ve emperyal saldırılarda değil de; bir ihtilal ve darbe ile yıkılmış ve iktidar değiştirilmiş. Çöken bir devletimizden yeni bir milli devlet doğmuş... Üstelik bedel ödeyerek... Kan ve can vererek... izinle değil!
Millî Mücadeleyi kırmak için ellerine İngiliz silah ve mühimmat verilerek savaştırılıp kullanılanların torunları bunları anlayamaz. Onlar, 1299’da Osmanlı’yı kuran irade ile 1923’de Millî Mücadele ile Cumhuriyeti kuran iradenin aynı olduğunu fark edemezler. Bunlar Türk’e düşman olunarak İslam’a dost olunamayacağını da kavrayamazlar.
Kimilerimiz ise şahsi kapris, menfaat ve sorunları uğruna birbiri ile uğraşma hastalığını terk edemiyor. Üniversite yönetiminde sayıları azalan değerli bazı yöneticilerle uğraşılıyor. Türkiye’ye dönüp burada yaşamaktan şikayetçi olanlarımız ve vatanını küçümseyenlerimiz görülüyor. Hayal etmek fena değildir ama onlara fazla kapılmamak da gerekir.
Bugün çöken, kan kaybeden küreselleştirme afyonunu tekrar canlandırma çabaları var. Güçlenen rakipler dünya egemenliği peşinde… Öldürücü virüs bir bakıma uysallaştırılamayan milli devletlere, milli menfaatlere ve milliyetçiliğe sıkılan bir silahtır. Tıkanan küreselleştirme tezgahının yolu zorla açılmak isteniyor. Dünya küresel hükümeti tasarıları bunun için ortada dolaştırılıyor. Türkiye’de sığınmacılara vatandaşlık verilmesi tuzak ve baskıları sebepsiz mi? Milli devletlerin içi boşaltılmalı ve milli direnç kırılmalı... Dünyaya patronluğa soyunmuş eski ve yeni patron adayları nelerle uğraşıyor; biz ise nelerle meşgul oluyoruz. İşin üzücü tarafı ve gerçeği budur.