Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI
Adnan İSLAMOĞULLARI

Fransız gazeteci konuya Fransız kalamadı…

Tam 22 yıl önce yine bir Temmuz ayında, Turgut Özal döneminde Barzani ve Talabani'ye Türkiye Cumhuriyeti'nin diplomatik kırmızı pasaportu verildi, Özal'a "Dayı" diye hitap ediyordu her ikisi de. Rivayete göre Barzani'nin babası vasiyetinde "Türk'e silah çekerseniz hakkımı helâl etmem" demişti ve yine rivâyete ABD Başkanı Bush Barzani ve Talabi'yi çağırdığında bu ikili, "Dayımız talimat vermeden gelmeyiz" demişlerdi. Türkiye'yi Kuzey Irak'a davet ediyorlardı, "Kerkük ve Musul Türk vilâyeti olsun" diyorlardı.

Zamanın basını bu tür haberlerle doluydu…

Aradan yıllar geçti. PKK bu yıllar içinde asker, polis, öğretmen, mühendis, imam, vatandaş, çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden binlerce insanımızı katletti, oluk oluk kan akıttı, ülke albayrağa sarılmış şehit cenâzeleriyle gelincik tarlasına dönüştü.

Türkiye, Kuzey Irak yönetiminden PKK'lı terörsitleri istedi…

Barzani'nin cevabı çok netti:

"Türkiye'ye bir Kürt kedisi bile vermeyiz…"

Yine aradan yıllar geçti…

Açılım süreci başladı.

Bu kez sahnede Öcalan, iktidarda AKP vardı…

Öcalan'nın dünyayı çok iyi okuduğu, ölümü değil hayatı seçtiği yazıldı. Bebek katili Öcalan'dan barış elçisi çıkarma yarışına girdi medya. Haklarını yememek lazım, tarihe geçecek Öcalan güzellemeleri yazıldı… Hatta bir ara lise dönemlerinde namaz kıldığı bile söylendi, hele birgün bir evdeki sohbete gitmesine kader engel olmsaydı Risâle-i Nur talebesi bile olacaktı. Medyada PKK'nın nasıl silah bıraktığı, dağlardan nasıl silahsız bir şekilde çekildiğinin görüntüleriyle doluydu ekranlar. Dolmabahçe Saray'ındaki 'mutabakat sahnesi'nin fotografları manşetlerdeydi. Oslo'da PKK ile masaya oturuldu, PKK ile pazarlıklar yapıldı. Habur'da alâ-yı vâlâ ile karşılandı PKK'lılar, devletin savcıları, hâkimleri çadır mahkemeleriyle terörsitlerin ayaklarına kadar götürüldü, "Herhangi bir eyleme karıştınız mı?" diye soruldu, "Hayır" dediler ve hepsi ellerini kollarını sallayarak girdi ülkeye… Kobani'ye selâmlar yollandı, "Bana serok Ahmet derler" jestleri yapıldı. İmralı'ya gelenin gidenin haddi hesabı yoktu, gitmek için yarışılıyordu. Âkiller heyeti bütün ülkeyi dolaşarak açılım sürecini anlatıyordu, hatta bir sendikacı âkil, "Açılım sürecini hayvanlar bile anladı, bazıları anlamadı" dedi. Açılım sürecini Hudeybiye anlaşmasına benzeten ülkücü eskisi cemaat yazarları oldu, mevzunun bu denli dışkısını çıkardılar…

Birsüre sonra PKK'nın silah bırakmadığı çıktı ortaya…

Kobaniye'ye selâm yollayanlar, "Operasyon yapmayın emerini valiliklere ben verdim" diyenler, "Açılım sürecinde PKK silah yığınağı yapmış" dediler…

Yine aradan çok zaman geçti…

Şimdi…

Kırmızı pasaport verilen, parti kongrelerinde "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye sloganlarla karşılanan, Diyarbakır'da Nevruz kutlamalarında başından aşağıya konfetiler dökülen, birlikte "Megri Megri" diye türkü tutturulan, Türkiye'den Kobani'ye geçişleri sağlanan ve yollarda lahmacun ısmarlanan Peşmergelerin lideri Barzani, Eylül ayında Kuzey Irak'da bağımsızlık referandumuna gidiyor. AKP milletvekili Ensarioğlu, "Herkese düşen buna saygı duymaktır" derken, yine bir başka AKP milletvekili Orhan Atalay, "Kimseden müsaade istemek zorunda değiller" diyor Peşmerge yönetimi ve Barzani için…

Benzer bir refarandumun gelecekte Türkiye'nin Güneydoğusunda da gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bir Fransız gazeteci Cumhurbaşkanı'na soruyor. Cumhurbaşkanı verdiği cevapla reddediyor bu ihtimali ve "Orası biraz sıkar" diyor…

Siyâset ve milliyetçilik hiç bu kadar birbirinden uzaklaşmamıştı sanıyorum. Türk milliyetçilerinin ilgi alanına girmeyen bu konuya bir Fransız gazeteci Fransız kalamıyor ve Türk milliyetçilerinin sorması gereken soruyu bir Fransız gazeteci soruyor.

Cumhurbaşkanının dediği gibi 'sıkıp sıkmayacağını' zaman gösterecek elbette…

Otuz yıl evvel "asla olmaz" dediğimiz neler oldu ülkemizde?

Kim derdi ki bebek katili Öcalan'a güzellemeler yazılacak?

Kim derdi ki "Öcalan'a bebek katili denmesini biz yasakladık" diyecek bir Bakan?

Kim derdi ki, "Dağa çıkışlar nitelik kazandı" diyebilecek bir hükümet yetkilisi?

Kim derdi ki ülkemizin Başbakanı "Bana serok Ahmet diyorlar" diyecek?

Hiç kimse demezdi, hiç kimsenin alına gelmezdi bunlar…

Ama oldu….

Anayasa'nın 123. Maddesindeki değişikliklere ses çıkarmayalar yarınlarda eğer 'sıkarsa' topraklarımızdaki bir referandumda 'evet' oyu kullanabilirler; eh alışkanlıkları da var nasılsa, zorluk çekmezler, en kötü ihtimal olursa olur, olmazsa çay demlerler…

Biz yazalım ve 'millî hafıza'yı canlı tutalım yine de…

Yazarın Diğer Yazıları