"FETÖ" iktidarındaki gibi...

"FETÖ" kumpasına uğrayan İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, oğlunun, trafik kazasında can verdiğini öğrendiğinde Silivri zulümhanesinde hapisti -kanser olmasına rağmen tutukluluğunun devamında ısrar edilmişti-.

Oğlunu "son bir defa" göremedi.

Cenaze için geldiği evinde ancak 1 saat kalabildi. Ne eşi, ne diğer oğluyla acılarını tam olarak paylaşamadan jandarmalar tarafından evden çıkarıldı. Kapıdan çıktıktan sonra fenalaştı. O halde, ambulansla geceyi geçirmek üzere Sincan Cezaevi'ne götürüldü.

***

"FETÖ" kumpasına uğrayan Başkent Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, babası vefat ettiğinde, Silivri zulümhanesinde hapisti. Babasının cenazesine katılmasına izin verilmedi. Evlat olarak "son görevini" yerine getiremedi.

Çok kısa bir süre sonra bu defa 93 yaşındaki annesi yoğun bakıma kaldırıldı. "Son bir defa" görmek için izin istedi; izin verilmedi.

Haberal, "son bir defa görmesine izin verilmeyen" annesinin cenaze törenine -asker refakatinde- katılabildi.

***

"FETÖ" kumpasına uğrayan Yarbay Mustafa Dönmez, oğlunun, trafik kazasında öldüğü haberini aldığında Silivri zulümhanesinde hapisti.

Cenazenin kalkacağı Bandırma'ya deniz yoluyla 2 saatte ulaşabileceği halde, "deniz yolunun güvenli olmadığı ve kaçabileceği" gerekçesiyle ancak kara yoluyla nakline izin verildi. Dönmez, 7 saat süren yol dolayısıyla oğlunun cenaze namazına yetişemedi. Dönmez oğluna kefeni içinde bile olsa son defa dokunabilsin, defni sırasında yanında olabilsin diye cenaze tam 2,5 saat mezarlıkta bekletildi!

***

"FETÖ" kumpasına uğrayan Albay Fuat Selvi, babasının ölüm haberini aldığında Silivri zulümhanesinde hapisti. Yazışmaların uzaması sonucu babasının İstanbul'daki cenaze namazına yetişemedi.

***

"FETÖ" kumpasına uğrayan gazeteci Doğan Yurdakul, eşi vefat ettiğinde Silivri zulümhanesinde hapisti. Yurdakul, eşinin cenazesinin kalktığı cami avlusuna, oradan da mezarlığa ring aracıyla getirildi ve taziyeleri kabul ederken başında 6 jandarma görevlisi bekledi.

***

Ve dün...

Sözcü Gazetesi'nin sahibi Burak Akbay'ın babası gazeteci Ertuğrul Akbay vefat etti.

Haksız menfaatten hüküm giyen bir savcı tarafından hazırlanan iddianame doğrultusunda "FETÖ"yle ilişkili olduğu iddiasıyla -ve güya "FETÖ'yle mücadele" kapsamında- yargılanan ve hakkında yakalama kararı bulunan Burak Akbay, ülkeye giriş yaptığı anda tutuklanacağı için hasta yatağında, babasını son bir defa göremedi. Bilmem -tutuklanmak üzere- cenazesine gelecek mi!

***

Sözüm ona devran döndü;

Ya düzen?

Mücadele ettiğinizi iddia ettiklerinizi aratmıyorsanız devranın dönmesinin bir anlamı var mı?

Bu fotoğrafın tersi mümkün mü?

İktidar kanadının "illet", "zillet" diye tanımladığı "Millet İttifakı"nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu ile "iktidar yanlısı" olarak tanınan gazeteci Abdülkadir Selvi'nin, İmamoğlu'nun Kasımpaşa ziyaretini takip ederken çekilen fotoğraflarını gördünüz mü?

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin:

Abdülkadir Selvi, son derece keskin, tavizsiz muhalefet yapan bir gazeteci, Ekrem İmamoğlu da "Cumhur İttifakı"nın adayı olsaydı; bu fotoğraf çekilebilir miydi?

Bir muhalif olarak Selvi, iktidar adayının kampanyasını bu kadar "içinde" izleyebilir miydi?

Velev ki becerdi ve böyle bir fotoğraf çekildi; taraflar bu denli "rahat" halde yansır mıydı fotoğraf karelerine...

Hiç kimse şimdi kalkıp da bana Binali Yıldırım'ın da, (yahut Cumhur İttifakı'nın diğer bazı büyükşehir belediye başkan adaylarının da) nasıl hoşgörülü, uzlaşmacı olduğunu filan anlatmasın. Başbakanlığı'nda gördük.

"Çok hoşgörülü, çok uzlaşmacı, hiç kutuplaştırıcı dil kullanmayan, kimseyi ayrıştırmayan, dışlamayan Binali Yıldırım", Başbakanlığı döneminde gazetecilerle, misal Genel Yayın Yönetmenleriyle, misal Ankara Temsilcileriyle yaptığı toplantılarda "muhalif" gazete ve televizyonlara ambargo uygulamış mıydı; uygulamamış mıydı?

Bu fotoğraf, Cumhur ve Millet İttifakları arasındaki zihniyet farkını ve kimin bölen, kimin bütünleştiren olduğunu delillendiren tarihî bir belgedir bana göre.

NOT: Keşke Sayın Selvi, "Millet İttifakı"nın, "en büyük şehir"deki adayıyla geçirdiği günün sonunda okurlarını aydınlatsaydı: Birlikte geçirdiği gün boyunca, "illet" yahut "zillet" diye tanımlanabilecek bir sözüne, tutumuna, davranışına tanık olmuş mu İmamoğlu'nun?

Yazarın Diğer Yazıları