"FETÖ evinde kalmak" kriter değilse sendikasına üye olmak neden kriter

Geçtiğimiz hafta Habertürk'teki köşesinde "12 ByLock'çu vali" olduğunu ve bunlara dokunulmadığını yazan, sonrasında da ifade vermek üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na çağrılan Fatih Altaylı, dünkü köşesinde Cumhuriyet Başsavcıvekili ile konuşmasından bazı bölümleri aktardı. Buna göre, eski İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü hakkındaki davanın iddianamesini de hazırlayan Başsavcıvekili şöyle demişti:

"Bağlantıları inceliyoruz. Sadece FETÖ evlerinde kalmak bir kriter değil. Okuldan mezun olduktan sonra bunlarla tüm bağını koparanlar var. Bağını sürdüren, toplantılara katılan, örgüt aidiyeti sürdürenler bizim hedefimiz..."

Düz mantıkla, konuya dair derinlemesine bilgisi olsun olmasın, bu cümleyi okuyan herkesin zihninde oluşan sorular benzer olmalı:

"FETÖ evinde kalmak" BİLE "örgüt aidiyetinin sürüp sürmediğine" bakılarak ölçü kabul edilmiyorsa, böyle bir örgütün varlığından bihaber vatandaşların kâh evine yakın diye, kâh faizsiz bankacılık hassasiyetiyle, kâh konu komşusunun önerisiyle parasını yahut faturasını vs. yatırdığı banka yüzünden suçlanıyor olması adil mi?

Binlerce öğretmenin, herhangi bir aidiyet duydukları için değil "iktidara yakın/şirin görünmenin", sürgünden, zulümden, soruşturmadan yırtmanın yolu olarak gördükleri için tamamen "korunma" amaçlı üye oldukları ve üye oldukları gün "yasal" olan sendikadan dolayı suçlanıyor olmaları adil mi?

Merakım şu:

Valiler için gösterilen hassasiyetin aynısı gariban, sahipsiz vatandaşlar için de gösteriliyor mu?

***

Ceylin'in kamu vicdanındaki

"gerçek" karşılığı: Aaa yine mi!

-----------

İzmir Ödemiş'te, ailesinin kayıp olduğunu bildirdiği 10 yaşındaki Ceylin'in, karşı komşularının evinde ölü bulunduğu haberini duyan herkes, ama -sanıyorum istisnasız- herkesin ilk aklına gelen, -kısa sürede öyle olmadığı anlaşıldı ama- küçük kızın tecavüze uğramış olabileceği ihtimaliydi!

Bu müthiş içgüdülerin, muhteşem analiz yeteneğinin, eşsiz öngörünün filan değil; çok trajik bir "önkabul"ün işareti yazık ki. İlk "olabilir"imiz haline geldiğine göre, demek ki "benimsemişiz", "alışmışız", "sıradanlaştırmışız", adeta vakayi adiye haline gelmiş çocuklara reva görülen hunharlık haberleri...

***

Farkında bile olmadan, kendimizi çok "insan" zannederken, çok "vicdanlı" sayarken, gerçekte "a yine mi" duyarsızlığına hapsedilmiş tepkilerimiz!

Ki zaten öyle olmasa...

Bu gidiş gerçek bir "yara" olsa, kanayan, üzerine dokunuldukça acıyan, canımızı yakan bir "yara" olsa son 10 yılda (2016 sonu rakamlarıyla) yüzde 125 oranında artmazdı çocuk istismarı bu toplumda!

Türkiye'nin çocuk istismarında "dünya üçüncüsü" olduğunu biliyor muydunuz mesela?

Ki kayıt dışı vakalar dahil değil bu rakamlara!

"Kayıt dışı" deyip geçmeyin. Bu işin uzmanlarının açıklamalarına bakılırsa trajedi neredeyse 7-8 katına çıkıyor; aile baskısıyla, "töre", "namus" gibi kavramları çarpıtan cehalet dolayısıyla yargıya intikali engellenen olaylarla. İstismara uğrayan çocuklarının sadece yüzde 15'inin ailesinin konuyu yargıya taşıdığı bildiriliyor. Bu rezil suç aile içinde işlendiyse oran yüzde 5'lere düşüyor.

Ve çok ürkütücü bir rakam;

Türkiye'de kız-erkek ayrımı olmaksızın, her üç çocuktan biri tacize, tecavüze, istismara uğruyor; binlerce çocuk katlediliyor!

***

Paranoyak olmamak işten değil çünkü artık; amca, dayı, dede, enişte, mahalle bakkalı, komşunun oğlu, öğretmen, servis şoförü, hasta bakıcı, doktor, kantinci, o, bu, şu, çocukların etrafında dolaşan herkes olağan şüpheli!

****

Çocukları sırça fanuslarda yetiştirmek gibi bir şansımız olmadığına, eğitim sisteminden en azından kısa vadede anlamlı bir katkı beklemek gerçekçi olmayacağına göre, görünmez bir koruma kalkanı inşa etmeli her aile çocuğunun çevresinde.

Dün internette dolaşan bir dizi uyarı vardı; basit ama hiçbir şey yapmamaktansa başvurulabilecek tedbirler:

"Çocuğum 5 dakika komşuda dursun da ben markete, çarşıya, pazara rahat gideyim" demeyin mesela...

"Toplu taşıma araçlarında, ayakta taşımakta zorlandığınız için oturan bir "amca"nın kucağına tutuşturmayın çocuğunuzu.

"Öpsün amca bir kerecik ne olacak" diye kendilerini sevdirmeye zorlamayın.

"Bağırma" demeyin, ne zaman bağırması gerektiğini öğretin ki, başı dertte olduğunda avaz avaz bağırabilsin.

Polisle korkutmayın ki, başına bir iş geldiğinde polise sığınabilsin..."

Yazarın Diğer Yazıları