Ferman kimin olursa olsun dağlar onların!

Sarıkeçilileri bilir misiniz?

Uzun ve özel bir hikayeleri de var aslında da özetle bizim şu "ferman padişahınsa dağlar bizimdir" geleneğinden gelen, "kafasına göre" yaşayan ama aynı zamanda kendi içlerinde bin yıllık "töre"nin de emanetçisi olan Yörük Türkmenler...

Yüzlerce yıllık tarih bir kere daha tekerrür ediyor onlar için şu günlerde;

Öz vatanlarında garip, parya muamelesine uğruyor; "vatan haini" damgası vurulmak suretiyle sürülüyorlar...

-Varsa eğer- ufkumun sınırlarının yahut sınırsızlığının en önemli belirleyicilerinden, çocukken "koleksiyoneri" olduğum "eski Atlas"ın -bana göre- "ruhu"nu temsil eden gazetecilerden Özcan Yüksek hem yeni masal atlası Magma'da hem de günlerdir sosyal medya hesabı aracılığıyla adeta kendini paralıyor ve bu "zulmü" Orman Bakanlığı'na, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na duyurmaya çalışıyor;

-Şimdilik- kapı duvar.

Olay şu:

11. Göç Kervanı etkinliği için -halihazırda hiç motorlu taşıt kullanmadan, develerle göçen tek topluluk Sarıkeçililer- Toroslar'ın Hacıbaba Dağı'nda toplanan Sarıkeçililer ve memleketin farklı noktalarından bu etkinliğe katılmak üzere gelen misafirleri hazır toplanmışken maruz kaldıkları "su sorunu"nu tartışmaya açıyorlar;

Forum gibi...

Yayla suyu, göç sahalarının yakınına kurulan maden ocağına aktarılınca susuz kalmışlar; etkinliği fırsat bilip, seslerini, etkinliğe katılan Belediye Başkanı'na, Kaymakam'a duyurmaya çalışıyorlar.

Bırakın "anlaşılmayı", dertlerine umut ettikleri dermanın bulunmasını; "ajan"lıkla, "vatana ihanet"le suçlanıp, iddialarına göre hakarete, tehdide uğruyorlar... Yetmiyor, tartaklanıyorlar... Yetmiyor, çadırları sökülüp atılıyor... Çadır bu insanların "konutu" bu arada; evinizin yıkıldığını düşünün başınıza, işte öyle bir felaket yaşadıkları.

Yine iddialarına göre bütün bunların sorumlusu Karaman'a bağlı Kazımkarabekir'in AKP'li Belediye Başkanı.

Özcan Yüksek "Tüm ülkenin üstüne titremesi gereken Sarıkeçililere, Avrupalının Afrikalı mültecilere yaptığını yapıyor devlet" diye isyan ediyor;

Sesini duyan var mı?

Onlar bu ülkenin öz evlatları, bu toprağın gerçek sahipleri, biz kimi kimin dağından taşından kovuyoruz acaba diye azıcık da olsa utanan, yüzü kızaran?

Yok değil mi?

Yüzyıllardır hiç olmadı ki!

*

Kitap molası...

Masanın bir yanında okunmayı bekleyen kitaplar diğer yanında okunmuş/incelenmiş yazılmayı bekleyen kitaplardan oluşan öbekler var.

Memba gibi memleket olunca eser çok. Seri üretime geçmiş gibi kalem sahipleri...

Fazlasını yapamıyoruz, hiç değilse, ara ara, fırsat buldukça "emeğe saygı"nın gereğini yerine getirelim bari

24 SAAT

1-547.jpgGenç meslektaşımız Çağdaş Ulus'un yazdığı "24 Saat" belki aylardır göz kırpıp duruyordu bahsettiğim o öbeğin arasından. "Türkiye'den ABD'ye uzanan iki suikastın öyküsü"nü yazmış Ulus.

Bu köşenin düzenli takipçileri ismine aşinadır; KCK operasyonu kapsamında gözaltına alınıp 9 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmıştı. Terör operasyonu kapsamında gözaltına alınan Ulus, trajikomik biçimde Vatan gazetesinin polis-adliye muhabiriydi bu suçlamaya maruz kaldığı günlerde. Hayatının yarısı "bir terörist olarak", en çok kaçması, saklanması gereken mekanlarda, en çok ürkmesi gereken kimselerle teşriki mesai halinde geçiyordu.

Cezaevinden çıktıktan sonra ilkin "Cemaat İsterse" diye bu kara mizah tadındaki hikayeyi kitaplaştırdı Ulus. 24 Saat ikinci kitabı ve tam bir gazetecilik çalışması. Uğur Mumcu suikastını ve onunla birlikte, hatta ondan ziyade Türk istihbaratına Uğur Mumcu suikastının bilgisini veren CIA ajanı Lansing Bennet'a düzenlenen suikastı kaleme almış Ulus; polisiye-macera ve zaman zaman da gerilim tadında. Ajan Bennet'ın, istihbaratını paylaştığı ve fakat "engellenmeyen" Mumcu suikastından 24 saat sonra, evinden çıkıp işine gittiği sırada, üstelik de CIA merkezine metreler kala öldürülmesinin perde arkası takdir edersiniz ki bir hayli sürükleyici.

Kupürler, krokiler, fotoğraflarla daha akıcı hale getirmiş Ulus bu ilginç "bağlantı" ihtimalinin serüvenini...

Hâlâ okumadıysanız, belki bir bakarsınız...

*

EN TUTKULU AŞIKLAR

2-410.jpgBöyle diyor Güneş Erkul kitabında;

En tutkulu aşıklar vatanseverlerdir.

"Vatanını Sevmeyen Aşkı Ne Bilir" çok acayip bir iş olmuş. Teknik olarak Nazım Hikmet'in Kuvayı Milliye Destanı yahut Memleketimden İnsan Manzaraları gibi düşünün mesela; ilk dizeden sonuncusuna kadar bir ve bütün olan hikayenin parçası her bir sayfası, başlığı...

Elinize aldığınızda bırakamıyorsunuz; 96 sayfa, bırakmaya fırsat bulamadan akıp gidiyor zaten satırlar yüreğinizden.

Haftalar oldu ben okuyalı; ama altını çizdiğim bir satır dikkatimi çekti bugün yazmak için yeniden elime aldığımda kitabı:

"Zafer bilinçle kazanılır; linçle değil..."

Bugünkü siyasi konjonktüre selam olsun bu tespit de...

Yazarın Diğer Yazıları