Fener buraya kadar mı?

En nihayet Deniz Feneri e.V davası sonuçlandı ama Türkiye’de yarattığı deprem devam edeceğe benziyor.
Söz konusu davanın siyasal boyutuna bakıldığında Türk siyasal sisteminin içinde bulunduğu durumun hazin öyküsü ortaya çıkıyor. Sosyal boyutuna bakıldığında ise aldatılan vicdanlar ve yüce dinimiz İslam’ın nasıl alet edildiğinin öyküsü beliriyor.
İşte bu iki temel boyut mevcut Türkiye fotoğrafını ortaya çıkarıyor.
Yazık!
Öteden beri Deniz Feneri e.V davasının mahkeme safhalarıyla ilgili haber ve yorumlara kızan ve sırf bu amaçla Aydın Doğan’la açık çatışmaya girmekte ısrar eden Başbakan’ın kucağında artık kendi yarattığı nesnel gerçek bir ateş topu gibi duruyor.
Kendi yarattığı diyoruz, çünkü AKP, Deniz Feneri Derneği için çok büyük enerji harcadı. Kamu yararına çalışan dernek statüsüne gelmesi için önce Danıştay’a müracaat edildi. İzin çıkmayınca uğruna kanun çıkarıldı.
Yetmedi Meclis’e mesai yaptırıldı.
O da yetmedi Bakanlar Kurulu özellikle Deniz Feneri için toplandı.
Danıştay baypas edildikten sonra derneğe kamu yararına çalışan dernek statüsü verildi.
Böylece bir çeşit “AKP Kızılayı” yaratılmış oldu.
İzinsiz para toplama yetkisine sahip derneğe her kim yardım ederse vergiden de muaf olacağı için, bir çeşit vergi toplama görevi verilmiş oldu.
İşte şimdi bu biricik dernek sırf Almanya’daki Deniz Feneri e.V davasından dolayı Alman hâkim ve savcılarının açık söylemleri ile zor durumda.
Ne diyor Alman savcı Kerstin Lortz: “Asıl failler Türkiye’de.”
Cümle keskin ve net.
Üstelik zorlayıcı.
Mecbur bırakır nitelikte.
Hangi hükümet bu söz karşısında kayıtsız kalabilir?
Hiçbir hükümet.
Haliyle Sayın Başbakan nasıl kızmasın.
En has adamları, biricik bürokratları ve en kötüsü de sevgili hısımı zan altında. O ise zorlamalarla karşı karşıya.
Düşünmesi bile insanı yoruyor: Yüzde 47’lik oyla iktidar gücünü elinde bulunduruyorsunuz, ama öyle bir an geliyor ki, gücün tükeniyor. Dışınızdaki güçler size kendi istekleriniz dışında şeyler yaptıracak hale geliyor. En yakınlarınızı bile koruyamaz oluyorsunuz.
Bu durumda “Almayın bu gazeteleri” diye feryat etmeyip de ne yapacaksınız?
Üstelik, Meclis Başkanı dâhil pek çok kimse “Şaibeler altında kalamayız” diyor.
Ne yalan söyleyeyim istese de istemese de karizma çizildi bir kere. Bundan sonrası için Başbakan’a “Kim haksızlık yaptıysa sorulsun” demek düşerdi. O da öyle yaptı.
TBMM Başkanı Köksel Toptan da benzer cümleler kurarak: “Bizim dini duygularımız kullanıldı, insani değerler kullanıldı” dedi. Ayrıca Toptan, sırf bu sebeple önemli bir gerçeğin de altını çizerek yürütme organına görev yükledi: “Hiçbir şey olmadı, oradaki karar orada kaldı. Türkiye’nin bununla ilgisi yok dememeli” dedi.
Muhalefeti bir kenara koyun. Sırf AKP ile ilişkili kimselerin içerden verdiği tepkiler doğrudan hükümete, özellikle de konuyla yakından ilgili olan Adalet Bakanlığı’na yönelik olunca ister istemez adaletin yolu açılacaktı. Nitekim savcılığın soruşturma açtığı bilgisini edindik.
Şimdi sormanın tam sırası.
Öyleyse bunca feryat niçindir ey bülbül?
AKP’nin sistem içine yerleştirdiği fenerin sonunu birlikte göreceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları