Fatih değil Abdülhamit

Çok uzun zaman merak ettim aslında bir insan gerçekten Osmanlıcı olsa ve Türkiye Cumhuriyeti yerine Osmanlı’yı tercih etse, neden bu tercihin sembolü olarak mesela Fatih Sultan Mehmet Han’ı değil de Abdülhamid Han’ı seçer diye.

Sanırım, epey bir zaman önce anladım ama ispat edebilmek açısından bugünlerin gelmesi gerekiyormuş. Düşünsenize tarihte çağ değiştiren bir atan var ve sen onun yerine son dönemde imparatorluğun en zayıf zamanlarında mücadele eden Abdülhamid Hanı sembol olarak seçiyorsun. Bu durum biraz tuhaf gelirdi bana.

Ama eğer gerçekten karşımızdakilerin Osmanlıcı olduğuna inanır isek tuhaf. Değilse son derece makul bir durum. Abdülhamid Han’ın zamanında yaşananların bir hayatta kalma çabası olarak anlaşılması makuldür. Bu sebeple Yusuf Akçura’nın üç tarzı siyasetinden her birini denemiş olması da makuldür. Ancak Abdülhamid Han’ın, tamamen yerli hainler tarafından alaşağı edilmesi şeklinde bir anlatı vardır. Sanki Osmanlı İmparatorluğu o döneme gelinceye kadar zaafa düşmemiş gibi davranmaya özen gösterir bu anlatı biçimi.

Halbuki Osmanlı arşivleri ortadadır daha önce de alıntıladığım şekilde Abdülhamid Han Rocshild ailesine nişan vermek durumunda kalmıştır. Büyük elçilik açmak için bile bu ailelerden borç almak durumunda kalmıştır.

Bunlar belki tek başına Abdülhamid’e yüklenebilecek sorumluluklar değildi ama yine de İmparatorluğun oraya gelinceye kadar içine düştüğü zaafları göstermesi açısından son derece önemli idi. Aynı dönemde daha geçenlerde alıntıladığım bir başka bilgi var tabi, Rus Çarı ile Avusturya Şansölyesi arasında geçen mektuplaşmalar, bunlar da Abdülhamit handan önceki tarihlere tekabül ediyordu ve Osmanlı’nın artık kurtarılamaz bir İmparatorluk olduğunu söylüyorlardı.

O arada Osmanlıyı ve Abdülhamit Hanı kutsallaştırma çabalarının altındaki sebeplere bakmaya devam ediyordum ben de bir başka kaynakta da şöyle bir bölüm var mesela, “1776 da özgürlük bildirgesi okundu. 1787 yılında ABD Paris Anlaşması’yla resmen kurulmuş oldu. Sadece 25 yıl sonra 1812'de ilk misyonerler Hindistan’da işe başladılar. 1817 yılında Osmanlı topraklarına geldiler 1817'den 1915'e kadar Osmanlı topraklarında, o zamanın parasıyla 26 milyon dolardan fazla para harcayarak, 340 bin civarında öğrenci yetiştirdiler.

Bu rakamlar sadece 30 yıl önce kurulmuş ABD'ye ait olanlar ve sadece eğitim alanındaki faaliyetler olduğunun da altını çizelim ve 1817’de yönetim de 2. Mahmut olduğunu da unutmayalım.

Peki yabancı okullar ile ilgili kısıtlamayı ve misyonerliğin yasaklanmasının tarihini hatırlayan var mı acaba?

Mesela şöyle bir tarihsel süreç var; 1925’te Maarif-i Umumiye Kanunu tasarısına göre hazırlanan ve 23 Mart 1931’de Meclis’te kabul edilip 29 Mart 1931’de yasalaşan 1778 numaralı kanuna göre Türk vatandaşlarının tamamı Türkiye’de ilk tahsillerini yapmak üzere ancak Türk okullarına gidebileceklerdir. Çıkarılan bu kanunla artık azınlık durumunda olan gayrimüslim Türk vatandaşlarının da yabancı okulların ilkokul bölümüne gitmeleri yasaklanmıştır. 7 Kasım 1935 tarihli Yabancı Okullar Yönergesi 1915 tarihli Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi baz alınarak hazırlanmış, Tevhidi Tedrisat Kanunu maddeleri ile birlikte 1925 ve 1926 Genelgeleri hükümleri bu yönergeye katılmıştır.” Farkındaysanız olay Türkiye Cumhuriyetinde geçiyor. Yukarıdaki yabancı okullar ve misyonerlik faaliyetleri ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde.

Misyonerlik faaliyetlerinin bizim coğrafyamızda yasaklanması ise 1935’e tekabül eder ki o tarihte de bu coğrafya da Cumhuriyet vardı. O zaman bugün bize Osmanlıcı olduğunu söyleyen ve buna inanmamızı bekleyenler neden Fatih Sultan Mehmet Han gibi büyük bir imparatoru değil de yıkılma döneminin Abdülhamid Han’ı örnek gösterir ki. Amaç gerçekten o eski şaşalı İmparatorluk günlerine dönmekse gerçekten.

Bir mecburiyetle oluşmuş bir tarih hamlesi neden seçilir yani. Zamanla belki bu durumu kendilerine gerçekten destek veren iyi niyetli insanlar da anlar. Dikkat ederseniz yazdıklarımı kendi fikirlerimden değil genellikle tarihi vesikalardan alıntılamaya dikkat ediyorum. O bakımdan son bir alıntılama daha yaparak kapatayım konuyu:

“Arsenik, anarşi, ihtilal, ispiritizm (ruh çağırma), istibdat, infilak (patlama), inkılap, inkıraz (çöküş), parlamento, te'evvüh (sitem), opurtünist, hürriyet, cumhur, cumhuriyet, cemiyet, hafiye, darvinizm, disiplin, zehir, avam, isyan, sosyalizm, diktatör, şurayı devlet, demokrat, radikal, humbara (bomba) meclis-i umumi, veto, nihilist, randevu, irtiyab (şüphe), oligarşi, engelleme” (Maarif Nezareti Tedkik-i Müellefat Encümeni tarafından sansürlenen bu kelimeleri 1911 yılında Ali Seydi Bey, 58 adet olarak “Resimli Kamus-i Osmani”nin 1131 ve 1132. sayfalarının ekler kısmı.)

Yazarın Diğer Yazıları